Köylerimiz bugün terk edilmişliğin en acı tablolarını yaşıyor. Kapısında her daim misafiri olan, ahırında davarı, sığırı eksik olmayan hane bir elin parmakları kadar bile değil. Tavanı çökmüş evler, kapısı, penceresi sökülmüş haneler viraneye dönmüş konaklar mahzun mahzun ayakta kalmaya çalışıyor. Özetle baykuşlara terkedilmiş hanelerle dolu köylerimiz.
Bunun nedeni evet, iş ve aş meselesi idi bundan elli altmış sene önce. Belki bu gün de aynı ihtiyaç nedeniyle şehirlere göç edenler var. Bunu anlıyorum. Ama bugün bu zaruret pek çok kimse için geçerli değil. Artık ürünümüz ortada kalmıyor. Hayvancılık iyi para ediyor. Üstelik sosyal haklar da veriliyor. Köyde üretim yapılarak da emekli olunuyor. Ama azımsanamayacak sayıda yeni nesil artık kolaya alışmış. Zoru kabul etmiyor. Şehirlinin hayal bile edemeyeceği bahçeli, geniş geniş evleri terk edip yetmiş seksen metrekarelik yerlerde yaşamayı tercih ediyorlar. Arazisi olmayan, zanaatı olmayan veya şehirde yaşama mecburiyeti olanlar elbette rızkını temin için şehre gidecek. Ama bari ata yadigârı evleri, saray gibi konakları terk edilmişliğe bırakmasalar. Emekli olunca güzelim evlerde ocaklar tütse iyi olmaz mı? Bahçe bostan ekseler güçlerinin yettiği kadar bile olsa.
Ben yılın büyük bir bölümünü köyümde geçiriyorum. Hem köyüme hizmet veriyorum. Hem de çocukluğumun geçtiği günlerimi yâd ediyorum. Bahçe ekiyorum, ektiğimi paylaşıyorum. Fidanlar dikiyorum kendim ve torunlarım için. Bol okuma ve yazma imkânı buluyorum. Kısacası köyde zaman çok bereketli geçiyor. Gün nerdeyse kırk sekiz saat.
En azından emekliler köyleri canlandırsalar ne güzel olur. Ama asıl hedef hükümet tarafından köyler arasına irili ufaklı organize sanayii merkezleri kurarak hem insanların sosyal güvencelerini sağlamak hem de köyleri canlandırmak, işlenmeyen toprak bırakmamak olmalıdır. Böylece şehre göçün önünü kesmek kolaylaşmış olur.
Terk edilmişliğin zararları anlatmakla bitmiyor. Başta yaşlıları çocukları şehre götürseler de orada rahat edemiyor. Kimileri zaten arayıp sormuyor bile. Huzurlu bir yaşlılık yerine çileli son onları yiyip bitiriyor. Kapısını açacak komşu bile kalmıyor ki, hastalandığında bir bardak su versin. Diğer taraftan köylerde kalanların gayet güzel geliri olduğu halde, evleri şehir evlerinden daha düzenli olmasına rağmen, önceden olduğu gibi süt sağma, tarla çapalama, çeşmeden eve helkelerle su çekme gibi zorluklar olmadığı halde köydeki gençlere kız bulamıyorlar. O üretici gençlerimiz bekâr kalıyor. Şehirde dört duvar arasında, meyveyi sayıyla tüketmeyi, süt ve yoğurttan mahrum bir hayatı tercih ediyorlar. Akıl karı değil.
Diğer önemli bir sorun da maalesef anne baba yanında bir evde sekiz on kişi birlikte yaşıyorken anne baba ölünce kardeşler kör olası miras yüzünden birbirine düşman oluyor. Pay edilemeyen evler, bahçeler, tarlalar hozan kalıyor. Evler tilki yuvalarına, bahçeler dikenli yabani otlara teslim oluyor. Bu da terk edilmişliğin acı manzarasını gözler önüne seriyor.
Köy okulları ise daha içler acısı. Öğrenci olmadığı için duvarları yıkılmış, çatısı çökmüş viranelere dönmüş. Taşımalı eğitim diye bir ucube çocuklarımızı her türlü olumsuzluklarla karşı karşıya getiriyor. Bir defa taşımalı minibüsüne bindim. Uygunsuz şarkılar, yüksek ve kaba konuşmalar, erkek ve kızların yeni ergenlik çağlarına ermeleri nedeniyle uygunsuz söz ve bakışlara şahit oldum. Hâlbuki biz çocukluğumuzda üç sınıf bir arada okuduk, kendi köyümüzde okuduk. Kilometrelerce yerlere minibüs sırtında tangır tungur gitmedik. Bütün bu sorunlar terk edilmişliğin sunucudur diye düşünüyorum.
Yürekler acısı bir konu daha var ki, vicdanlar dayanmaz. Yıllarca evini, hayvanlarını, sürülerini, bağını bahçesini yırtıcı hayvanlara, arsız ve hırsızlara karşı koruyan köpek ve kedilerin yollara, ormanlara, tarlalara terk edilmişlikleri acı veriyor. İnsan olsa bir dilim ekmeği kimden istese verir. İstemeden de verir. Ama bu hayvanların dilleri yok ki, bir şey istesin. Evet, köyü terk etmeyenler bunlara bakmaya çalışıyor ama bir iki değil ki, çok sayıda. Hangisine güç yetirsin? Bu soruna ilgililer acil çözüm bulmalıdır. Bulunmazsa kontrolsüz bu hayvanlar zarar verir hale gelir. Nitekim geldiklerini de görüyoruz.
Sonuç olarak derim ki, yöneticilerimiz toplumumuzu olumsuz anlamda değiştiren, komşuluk bağlarımızı zayıflatan hatta bitiren, baykuşların yuva yapmada yarıştığı viranelere dönen köy ve kasabalarımıza, konaklarımıza, bahçeli evlerimize dönüş projeleri geliştirsin.
Avlusunda köpek ve kedilerin, tavukların dolaştığı yurtlarımıza dönelim. Ancak yukarıda da söylediğim gibi köyler arasına küçük ölçekli de olsa iş yerleri açarak. Büyük şehirlere göçü azaltacak önlemler alarak. İş imkânı sağlandığında kimse büyük şehirlerin stresine girmeyi düşünmez.
Selam ve dua ile…