ZOR ZAMANLAR
Beş koca yılı, adeta yapayalnız geçmişti gittiği bu şehirde. Henüz bir türlü alışamadığı bu şehirdeki eski binaların çatılarında ve dış yüzeylerinin oyuntularında, insanı ürperten, irili ufaklı bir çok heykel doluydu. Bu eski tarihi binaların bakmaya utanılası çıplak insan figürlü heykelleri, yıllarca yağan yağmurdan, kardan tam da olmadık yerlerine, göz çukurlarına, saçlarının uçlarına yosun tutmuş, sanki yıllardır traş olmamış, yıkanmamış evsiz insanları andırıyordu.
Kendisi bu şehre geldiği ilk yıllarda, böyle bir binada yıllarca oturmuştu. Oturduğu bu eski binanın giriş kapısının üstünde, bir kadın heykeli vardı. Taştan heykele dekolte elbise düşünülmüş, öyle yontulmuş olmalı…Bir göğsü açık.
Binaların her katında birden fazla aile, katların uygun yerindeki tek lavobayı ve tuvaleti birlikte kullanıyordu. İçinde banyosu, suyu olmayan aşağı yukarı otuzar metrekarelik, oda ve mutfaktan oluşan daracık evlerdi. Evlerin küçük oluşu, yalnız yaşayan yerlilere göre sorun değildi belki…
Onlara göre tek sorun, olsa olsa evlerinde suyun ve banyonun olmayışı olabilirdi. O sorunu da şehrin hamamlarına yıkanmaya, çamaşırhanelerine çamaşır yıkamaya giderek çözüyorlardı.
Bu duruma ilk geldiği yıllarda şaşırmış olsa da şartların herkes için aynı olduğunu sonradan öğrenince, alışmak zorunda kalmıştı.
Adam, kendi evinin su sorununu, karısını bu şehre getirmeden önce Polanyalı bir su tesisatçısıyla anlaşarak gidermişti. Bu sayede eve çamaşır makinası bile almış, duş kabini taktırmıştı. Bari bu iyiydi.
Şehrin sokakları, âdeta zamanla yarışan, iş ile ev arasında mekik dokuyan, robotlaşmış insanlarla doluydu.
Müslümanlara, özellikle Türklere tepeden bakan yerlilerin, buz gibi hava estirdiği, yitse insanın yamalığının bile bulunamayacağı kocaman bir şehirdi burası. Yabancıların kendilerine verilen haklarını savunamadığı, her şeye boyun eğdiği, birilerinin, diğerlerinin üstüne binip gittiği bir şehir…
Evlendikten sonra geldiği, bu hiç alışamadığı soğuk şehirde Reyhan'ın, kocasından başka hiç bir yakını yoktu.
Hamileydi. İlk bebeğini kucağına almasına sayılı günler kalmıştı.
O gün, nihayet gelip çatmıştı. Hastaneye kocasıyla birlikte gitmişlerdi. Vücuduna takılan kabloların ucundaki ekrandan, sancı yoğunluğunu birlikte izlemeye başlamışlardı. Reyhanın sancıları arttıkça, elini sıkı sıkıya tutan, başından hiç ayrılmayan kocası doğuruyordu sanki bebeği.
Hemşirelerin odaya girip çıkmaları sıklaşmıştı…
Belli ki doğumhaneye alınmasının vakti gelmişti. Sancı ölçüm cihazının tellerini vücudundan ayırmışlardı. Hemşireler yataklı sedyeyi götürürken elini sıkıca tuttuğu kocasına dönerek:
“Ah! Keşke şimdi annem başımda olsaydı" diye yakındı.
“Ben varım ya işte!" dedi kocası. İnanmak istiyordu…
”Sahiden olur musun yanımda" diye sordu, umutsuzca…
Birlikte girdiler doğumhaneye. Kolay bir doğum olmamıştı. Üç kilo altı yüzotuz gram, ellibir santim gelen koca oğlan, baya hırpalamıştı annesini.
Göbek bağını kocası kesmişti.
İlk baba olmanın heyecanıyla titrek elleri arasında tuttuğu bebeği, oradaki hemşirelerden birisinin yardımıyla yıkadılar.
Hastaneye ait yumuşak bir beze sardıkları bebeği; iki elleri açık, heyecanla; bir an önce bebeğine kavuşmayı bekleyen karısının kucağına götürüp, usulca yatırdı.
Reyhan inanamıyor gibiydi hâlâ. Yüzündeki ifadesi; bu bizim bebek mi şimdi, bunu ben mi doğurdum? der gibiydi. Ona ilk nasıl sarılınır, onu bile bilememişti. İlk annelik heyecanını tadıyordu. Bir yandan da hüngür hüngür ağlıyordu. Mutluluk gözyaşlarıydı tabii bunlar. Bebeğine sarıldığı elllerini kocaman açtı, kocasına baktı. Hadi sen de gel! İkinize birden sarılayım demekti bu. Uzandığı yatağında, birlikte bir sevinç yumağı oluşturdular.
Odadaki doktor ve hemşireler onlara moral alkışı yapmış, sevinçlerine ortak olmuştu.
Sonra bebeği diğer bebeklerin de olduğu steril odaya götürmüşlerdi.
Reyhan, bir an yalnız kaldıkları odada kocasına:
“Kimsemizin olmadığı bu şehirde, en zor anımda beni yalnız bırakmadın ya… Bütün sülalem yanımda olsaydı bile bu kadar sevinemezdim inan. Beni, yanımda olmakla çok mutlu ettin. Allah senden razı olsun! Şimdi biz de gerçek bir aile olduk. İnsanları, evleri, yaşam tarzları soğuk bu şehirde yaşamak için benim de içimi ısıtan bir nedenim var artık”