ZEYTİN AĞACI
Ben kukla Puko.
Rüzgâra yenik düşmüş bir ağacın dallarından düştüm. Düştüm dediysem, vazgeçmek gelmesin aklınıza. Özü ve ömrü toprak olan ben, düştüğüm yerde, dönüşeceğim günü bekliyordum. Ustam da gençliğine uslanmış ve yorgunluğuna bahane bulmuş, kırda dolaşıyordu. Beni rüzgâr kırmıştı, onu da hayat…
En kırık yerinden, en kırık yerimi tuttu. Ellerini hissettim o anda. Elleri yaralarıma bulaşıyordu. Parmak uçlarında sancıyan kalbini duydum. Uzak bir yere bakar gibi uzunca baktı. Ama ben duydum onun gözlerini. Çocukluğuna bakıyor, baktıkça çoğalıyordu. Çocukluğu ellerine ne de güzel yakışıyordu. Aldı beni atölyesine getirdi. Okşadı nasırlarını, sıyırdı bileklerini ve başladı işlemeye.
Ellerini kalbiyle süsleyen ustam… O bana çocukluğunu işlerken ben ona tadım tadım yaşanmışlığımı anlattım. O beni işlerken ustalaştı ben de ona hayatımı tanık tutarak dönüştüm. Mesela bir ağaç olarak doğup bir masala dönüşmek nasıl bir şeydir? Ustamın parmaklarına sokuldum, anlattım bir halden bin hale dönüşmenin hikâyesini.
Mavi nasıl kokar? Bir ırmak gibi okyanusu yüklüdür sevincin ve coşkuyla akarsın bütün dağları, ovaları. Sen mavi düşündükçe sonsuz olur düşlerin. Sen mavi soludukça yüreğin yağmur olur, sokulur diline, rüzgâr kokar sesin. Siz hiç kırmızı tattınız mı? Kızıl bir gülün, gün doğumuna ant içmesi gibidir. Şafak sökerken gün, gül kırmızı olur ve gelir oturur göğsüne.
Ya yeşil nasıl duyulur? Kuşları dinle, derim. Kanatları rüzgâr dolu, yürekleri gök mavi çarpar sesinize. Siz ağaçları duymaz sanırsınız ya. Ağaçlar doyarak duyar. Duyarak büyür. Hem de her şeyi, her bir şeyi. Ama insanlar ağaçları sadece ihtiyacı kadar sever. Ya dalındaki meyvesi ya da serin gölgesi için sever. Oysa sevmek koşulsuz, karşılıksız, katıksızdır. İşte biz ağaçlar, yeri ve göğü, kurdu kuşu, suyu, toprağı aynı coşkuyla severiz. Onları gövdemize öğütleyerek büyürüz.
Sesleri görmek, renkleri duymak, ışığa dokunabilmek ve daha da ötesine geçip bunlara dönüşmek yada dönüştürmek…
Evet, bir kukla olarak tasarladı beni ustam ama ışığa, renge, sese doya doya; duya duya ustalaştı. Her eser kendi ustasının ispatıdır, derler ya. İşte ben onun ellerine bir ağacı fısıldadım, o da benim yüreğime çocukluğunu. Birlikte masalları uyandırdık, masal kahramanlarını zamanımza çağırdık... Ki kalabalıklaştıkça yalnızlaşan bu koca dünya, birbirini duysun doya doya.
***















































