DENEME
Giriş Tarihi : 03-02-2023 17:40

Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa Aittir

Yazan: Mahmut Kiper -TOPRAK İNSANA DEĞİL, İNSAN TOPRAĞA AİTTİR

Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa Aittir

TOPRAK İNSANA DEĞİL, İNSAN TOPRAĞA AİTTİR 

Seattle Amerika Birleşik Devletleri’nin Washington eyaletinin kuzeybatı ucunda tam Kanada sınırında bulunan bir şehridir. 

Pasifik Okyanusu'na bitişik, yağmur ormanları, ırmakları ile ülkenin en yeşil bölgelerinden olan bu kent günümüzde Microsoft, Amazon, Starbucks, Boeing gibi dev şirketlere ev sahipliği yapmaktadır ve ülkenin en zengin uluslararası ticaret merkezlerinden biridir. 

Bu şehir ismini  kuruluşundan önce bölgeyi yurt edinmiş olup daha sonra göç ettirilen Kızılderili Duwamish ve Suquamish kabilelerinin önderi Şef Seattle’dan almıştır. Ve bu yazının başlığı da Şef Seattle’a atfedilir. 

Çok yaygın şekilde bilinen ve popüler olan bu sözlerin de yer aldığı konuşmayı Şef Seattle’ın 1854 yılında Port Elliot kampında bölgede bulunan çeşitli halklarla General Isaac Stevens’in de bulunduğu bir ortamda yaptığı ya da dönemin ABD Başkanı’na gönderdiği bir mektupta yer aldığı yaygın bir inanıştır.

Bazı kaynaklara göre ise 22 Nisan 1970 günü Austin’de Teksas Üniversitesi’nde genç bir film profesörü olan Ted Perry, ilk Dünya Günü kutlamaları için kampüste düzenlenen bir kutlamaya katılır. Burada, bir akademisyen olan William Arrowsmith, Şef Seattle’ın, topraklarını satın almak isteyen dönemin yerel yöneticilerine yönelik yaptığı dokunaklı bir konuşmasını okur. Perry, Şef Seattle’ın sözlerinden çok etkilenir. Kısa zaman sonra The Southern Baptist Convention’ın Radyo ve Televizyon Komisyonu, kendisinden çevre kirliliği ile ilgili bir belgesel filmin senaryosunu yazmasını istediğinde, Perry insanları çevresel yıkıma karşı uyarmak için Şef Seattle’ın konuşmasının hayalî bir versiyonunu yazmaya karar verir. Perry bu hayalî versiyonu yazarken Seattle’ın yapmış olduğu konuşmadan bazı sözleri ödünç alır ama bunları vermek istediği yeni mesajı daha da vurgulamak için kullanır.

Nitekim pek çok kaynak o dönemlerde Kızılderililerin bir yazı dilinin olmaması, yazıda ya da konuşmada yer alan pek çok unsurun (Buffolo, tren, telefon direkleri vb.) o dönemde ve/ya o bölgede bulunmadığı gibi gerekçelerle bu metnin tümünün Şef Seattle tarafından yazıldığını doğrulamasa da  içeriği itibariyle doğa ve çevreye nasıl bakılması gerektiğini çok iyi betimlemesi nedeniyle değerli görülmekte ve sıkça kullanılmaktadır. 

Kim yazmış olursa olsun Kızılderili inanışlarına, folklorik özelliklerine ve o dönem yerlilerin topraklarının işgal edilme süreçlerine uygun düşmesinin de etkisiyle giderek artan şekilde Şef Seattle’ın dönemin ABD Başkanına yazdığı mektup olarak kabul görmüştür. 

Doğaya nasıl bakılması gerektiğini oldukça  güzel anlatan bu metin şöyledir;
“Washington'daki büyük şef topraklarımızı almak istediği konusunda sözünü göndermiş. Büyük şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini göndermiş. Bu çok nazik bir hareket. Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza çok az ihtiyacı var. Ama biz teklifini düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki, eğer satmazsak beyaz adam silahlarla gelip toprağımızı alabilir. Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz? Bu fikir bize garip gelir. Eğer biz havanın tazeliğine ve suların parıltısına sahip değilsek, onları nasıl satın alabilirsiniz? Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan, vızıldayan böcek, halkımın deneyim ve anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden akan sular Kızılderililerin anılarını taşır.

Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili'nin anasıdır. Biz dünyanın parçasıyız ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir. Öyleyse, Washington'daki büyük şef toprağımızı almak isteyince bizden çok şey istiyor.

Büyük şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayıracağını söylüyor. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacağız. Öyleyse, toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil ama atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız, ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. 

Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderdiler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak, hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki nehirler bizim kardeşlerimizdir ve sizin de; bundan dolayı nehirlere herhangi bir kardeşe göstereceğiniz kibarlığı göstermelisiniz.

Kızılderili her zaman ilerleyen beyaz adam önünde geri çekilmiştir. Dağlardaki sisin sabah güneşi önünde kaçışı gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır ve bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu parçası bize sunulmuştur. Beyaz adamın bizim adetlerimizi anlamadığını biliyoruz. Toprağın bir parçası diğeri ile aynı onun için, çünkü gelip topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır o.

Dünya onun kardeşi değil ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmaz. Çocuklardan dünyayı kaçırır. Aldırmaz. Babalarının mezarları ve çocuklarının hakları unutulmuştur. Annesi dünyaya ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlara ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır, iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.

Bilmiyorum bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin şehirlerinizin görünümü Kızılderili'nin gözlerine acı verir. Ama bu belki de Kızılderili vahşi olduğundan ve anlamadığındandır. Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer yoktur. 

Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belki de benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir? Bir Kızılderiliyim ve anlamam.

Kızılderili su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini ve yağmurun temizlediği ya da çamın koku verdiği rüzgarın kokusunu yeğler.
Hava Kızılderili için değerlidir. Çünkü her şey aynı nefesi paylaşır. Hayvanlar, ağaç, adam, hepsi aynı nefesi paylaşır. Nefes aldığı hava, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Günlerdir ölü bir adam gibi kötü kokuyla uyumuş. Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın bizim için değerli olduğunu hatırlamalısınız, çünkü hava, sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır.

Büyükbabamıza ilk nefes veren rüzgar, onun soluğunu da kabul edendir ve rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhunu da vermelidir ve eğer size toprağımızı satarsak, onu, beyaz adamın bile gidip çayırın çiçeklerinin tat verdiği rüzgarı tadabileceği bir yer olarak, ayrı ve kutsal tutmalısınız.

Ve toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek bir şart koyacağım. Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak. Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm, beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.

Hayvanlar olmadan insan nedir? Eğer bütün hayvanlar bitse, insan, ruhun büyük yalnızlığından ölürdü. Çünkü hayvanlara ne olursa, insana da aynısı olur, kısa süre içinde. Her şey birbirine bağlıdır. Ayakları altındaki toprağın büyükbabalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Çocuklarınıza, toprağın akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu söyleyin.

Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.
Bunu biliyoruz biz. Dünya insana ait değildir. İnsan dünyanındır. Bunu biliyoruz biz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. 

Dünyaya ne olursa dünyanın oğullarına da o olur. Hayat ağını insan örmedi, o sadece bir lif onun içinde. 

Ama halkım için ayrılan bölgeye gitme teklifinizi düşüneceğiz. Sizden ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz çok az önemli. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanç duydu ve yenilgiden sonra günlerini aylaklık etmek ve vücutlarını tatlı yiyecekler ve sert içkilerle kirletmekle harcıyorlar. Kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz önemli değil. Çok değiller.

Birkaç saat, birkaç kış ve bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak. Bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. Ama niçin halkım geçip gidiyor diye yas tutayım ? Kavimleri insan yapar. O kadar. İnsanlar gelir ve gider. Denizin dalgaları gibi.

Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi konuşan ve yürüyen beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.
Hepimiz kardeş de olabiliriz. Göreceğiz. Bildiğim bir şey var ki, beyaz adam belki bir gün keşfeder. Tanrımız aynı tanrı. Şimdi sizin bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama olamazsınız. O insanın Tanrı'sı, ve şefkati Kızılderililer için de beyaz adam için de aynı. Bu dünya onun için değerli ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir. Beyazlar da geçip gidecek. Belki bütün diğer kavimlerden önce. Yatağına pislik yığmaya devam et, bir gece kendi pisliğinde boğulacaksın. Ama yok oluşunda, seni bu topraklara getiren ve özel bir nedenle sana bu toprak ve kızılderili üzerinde hakimiyet veren Tanrı'nın gücüyle yakılmış olarak parlayacaksın. 

Bu son, bize bir sır, çünkü biz bufalolar katledildiğinde, vahşi atlar ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri pek çok insanın kokusuyla dolduğunda, ve diri tepelerin görünümü konuşan tellerle lekelendiğinde anlamıyoruz. Çalılık nerede ? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir ? Yaşamın sonu ve yaşamaya çalışmanın başlangıcı.

Öyleyse, toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu vadettiğimiz ayrılan bölge için olacak. Orada belki, kalan kısa günlerimizi dilediğimizce yaşayabiliriz. Bu dünyadan en son Kızılderili de yok olduğunda ve anası sadece çayırlar üzerinde hareket eden bir bulut iken, bu kıyılar ve ormanlar hala halkımın ruhunu muhafaza edecekler. Çünkü halkım bu dünyayı, yeni doğanın annesinin yürek atışını sevdiği gibi sever. 
Öyleyse, eğer toprağımızı satarsak, onu bizim sevdiğimiz gibi sevin. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgilenin. Diyarın anısını onu aldığınızdaki gibi saklayın. Ve bütün gücünüzle, bütün aklınızla, bütün kalbinizle onu çocuklarınız için koruyun ve sevin. Tanrının hepimizi sevdiği gibi…..”

Evet, doğaya bir ressamın tablosu gibi değil de kurbanlık koyun ya da alınıp satılacak bir mal olarak bakan insanların yarattığı tüm tahribata rağmen doğa ve onun yaşam verdiği her şey hala direniyor. Doğa tüm gücüyle bizler için, hayat verdiği her şey için mücadelesini sürdürüyor. 

Biz de bir parçası olarak ona bu mücadelesinde yardım etmeliyiz. Doğayı bir gram altın için yok etmek isteyenlere kızılderililer gibi doğayı rahat bırakın o altın orayı yurt edinmiş kurdun kuşun hakkı demeliyiz.

Mücadelemiz sadece kendimiz için olmamalı, çocuklarımız, onların çocukları, hayvanlar, doğadan sökülmek istenen kökler için olmalı. 
Çünkü Şef Seatle’ın dediği gibi bizler doğanın meyveleriyiz, tıpkı diğer canlılar gibi.

Doğa yine kazanacak. Çünkü  mücadelesinde haklı.

Ve o hayatın ve umudun ta kendisi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi