RÜYA
Yeğenlerimin yaramazlıklarını size anlatacak olsam, Ayşegül çocuk kitapları serisi gibi olur.
Efendim, ablamın ikiz erkek çocukları olunca annem ve biz sık sık ona yardıma gidiyorduk.
Babam bu yorgunluğa son vermek için bizim arkadaki üst daireden kiracı çıkınca ablamı oraya taşıma kararı aldı.
Yakınımızda olsunlar da yardımı daha kolay yapalım diye.
Evlerimiz birbirinden bağımsız olsa da sadece mutfak penceremiz birbirine bakıyordu. Arada iki metreye yakın boşluk vardı. Ablam aradaki boşluktan bizim mutfağa hoplayarak geçebiliyordu. Fakat çocuklar ayaklanınca oradan düşer korkusuyla, babam iki mutfak arasına köprü yaptı.
Yanları yüksek, korkuluklu, asma köprü gibi.
Ablam her sabah yedi ile sekiz arası köprüden bizim mutfağa hopluyordu.
Kardeşimle benim yatak odamızın mutfağın yanındaki oda olması nedeniyle ablamın sesine biz pat diye uyanıyorduk. Alarmlı saate hiç gerek yoktu.
Canım ablam her sabah anneme rüyasını anlatmaya geliyordu.
Bizim rüyalar iki-üç dakikayı geçmiyordu.
Onun da sabah olunca yarısından çoğu aklımızdan uçmuştur bile. Anlatacak bir şey kalmaz yani. Ama ablamın rüyaları öyle mi efendim... Yarım saatten fazladır anlat anlat bitmez. Bu nasıl rüya ya?
Rüya, rüya değil; film senaryosu gibi sanki.
Değerlendirsen televizyona dizi film olurdu, neredeyse.
Tabi o arada açık pencereyi gören bizim afacanlar, önce kendi sandalyelerine tırmanıp köprüyü geçtikten sonra bizim mutfağa gök taşı gibi düşerler. Düşmeleriyle birlikte hemen iş başına geçerler. Biri şanzımanlı çamaşır makinesinin tokmağını aşağı yukarı sallar, diğeri buzdolabının kapısını açar, alt rafındaki sebzeliği çeker, çıkarır; içine girer, kendisi oturur.
Tabii ki bunlardan ablamın haberi olmaz. Film senaryosu gibi rüyasını anlatmakla meşguldür o anda.
Tabii biz kardeşimle anında yataktan fırladığımız gibi mutfağa koşarız.
"Ne yapıyorsunuz siz?” diye bağırarak, o sallamaktan yorgun düşmüş makineyle buzdolabını ellerinden kurtarırız. Makinenin tokmağı sallanmaktan, yorgunluktan kendini bırakır, bitap düşer. Buzdolabı da buzdolablıkdan çıkar, içi ısınır. Beyaz eşyaların ömrünü sekiz dokuz yıl kısaltmışlardı bu afacanlar.
Biz birden bağırınca bütün şirinlikleriyle, bize uzun kirpiklerin içinden cam gibi gözleriyle bakarak;
"Teeeşe teeeşe" diyerek dil dökerler, biz ise “teşe”den gerisini anlamıyoruz tabi, gerisi yabancı dil.
Bebek dili bilmediğimiz için anlamıyoruz.
Birini kardeşim, birini ben kucaklayarak, öpe koklaya mıncıklayarak, odada annesine teslim ederiz. Ondan sonra kahvaltı faslı derken koşarak okula gideriz.
Yine bir sabah erkenden ablam bizim mutfağa rüya anlatmaya hopladı.
Ne rüyaymış arkadaş, bitmek bilmiyor. Arada ilâveler yapıyor muydu, bilemeyiz artık. Yoksa bu kadar uzun rüya mı olur be.
Biz yataktan çıkmıyoruz. Çocukları bekliyoruz çünkü. Şimdi onlar da gök taşı gibi bizim mutfağa düşerler diye.
Bekle bekle, yok; gelmiyorlar. Merak ederek hemen fırladık odadan mutfağa.
Çocukların sevinç çığlığı geliyordu onların mutfaktan; ama nasıl; yerlilerin tamtam dansını yapıyorlar sanki.
Köprüden kafamızı uzattık ki aman Allahım! Bir de ne görelim?
Çocuklar tam köprüye çıkacakları anda, yerde beş litrelik zeytinyağını görmüşler. Ablam onu yerde unutmakla asrın hatasını yapmıştı.
Oysa onların evinde herşey yukarıya zembille asılıydı.
Çocuklar güç birliği ile zeytinyağı tenekesini yere devirmişler. Ondan lıkır lıkır akan yağ ile oynuyorlar, yağ gölünde çığlık atarak yüzüyorlardı. Sanki Kırkpınar’da yağlı güreş yapıyorlar. Saçları, başları, üst başları; hatta her kirpiklerin ucundan yağ damlıyordu. Kuru yerleri kalmamıştı.
"Aman Allahım! Bu neydi böyle?" diyerek hemen odaya ablamın yanına koştuk. Ablam herşeyden habersiz; rüyasını anneme anlatmaya devam ediyor. Annem de pürdikkat dinleyerek rüyayı yorumluyor.
"Kızım rüyan çok güzel; hayırlı haberler alacaksın.” dedikçe, ablam eminim rüyaya ilâveler yapıyordu.
"Ablacım rüyan nasıl çıktı bak, sözünü balla kesiyoruz; ama sana bir güzel, bir de kötü iki haberimiz var" dedik.
Ablam hiçbir şeyden habersiz yazık gözleri neşe ile gülerek, "Önce güzel haberi söyleyin" dedi.
"Tabi ki öyle yapacağız, önden hazırlamamız lâzım seni."
Sanki cennetten müjde vereceğiz.
"Ablacım, çocuklar öyle mutlu ki sevinç çığlıklarıyla oynuyorlar" dedik.
"Bak sesleri buraya kadar geliyor."
"Ooo çok güzel!" diye sevindi.
"Gelelim kötü habere. Ablacım çocuklar ne ile oynuyorlar biliyor musun?"
"Neyle neyle?"
"Senin onlara bahşettiğin zeytinyağı ile."
Ablam elini alnına koyarak, "Aman Allah'ım!" diyerek bir çığlık attı ve mutfağa doğru koştu. Oradan köprüye sıçradı ve kendini kayarak yağ dolu mutfağın içinde buldu.
Onun da çocuklardan farkı yoktu şimdi. Saçı, başı, bütün üstü yağ içinde yüzüyordu.
Bir türlü yerinden kalkamıyor, kayıp kayıp tekrar düşüyordu.
Ablamın ve çocukların hâli evlere şenlikti.
"Abla sakın oradan çıkma, yardıma geliyoruz şimdi." dedik. Mutfak kestirmeydi; ama akibetimiz ablam gibi olacaktı.
Biz temiz ve uzun yolu tercih ettik. Annem önde, ben arkada, kardeş benim arkamda; önce iki kat merdiveni indik.
Ön bahçeye girdik.
Koşarak sonra yan bahçeye geçtik.
Beton patika yoldan arka bahçeye koşarak geçtik. Tekrar iki kat merdiveni çıktık.
Ablamın evine girdik.
Biz hemen hol gibi çok geniş olan antrenin halısını kaldırdık. Annem hemen banyoya girdi.
Sobayı kökledi. Banyo ve su ısındı. Ablamla çocukları orada soyundurup banyoya attık. Kıyafetlerini çöp torbasına attık.
Temizlenmezdi çünkü, maceraya gerek yoktu.
Ablam çocukları yıkarken bize seslendi;
"Kızlar çamaşır deterjanını verin bana. Çocuklar arınmıyor, yağlar çıkmıyor."
Ablam çocukları omoyla çitilerken, annemle biz de birlikte mutfağı temizledik. Yağları faraşla aldık. Bir kutu deterjanı mutfağa döküp fırçaladık. Fayans olması işimizi kolaylaştırdı. Biraz yorulduk ama mutfak pırıl pırıl oldu.
Şimdi çocukları alıp giydirme faslındaydı sıra.
Biz yıkanan yumurcakları havluyla aldığımızda, çocukların elleri, yüzleri, her yeri kıpkırmızı yanıyordu yazık. Saçları uçuşmuş, hepsi havadaydı. Biz hemen yüzlerini ve bütün vücutlarını kremledik.
Ablam da banyodan çıktığında, hepimiz savaştan çıkmış gibiydik.
Annem, “Kızlar çayı koyun, kahvaltı yapalım.” dedi.
"Çocuklara da patates kızartın."
"Ama anne! Okula geç kalacağız." deyince;
"Annem, bugün yarım gün okula gidin. Sabahtan gitmeyin. Ablanızı böyle bırakamayız." dedi.
Bir rüya uğruna o gün okulu kırdık, iyi mi?
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz