RUSYA SEYAHATNAMESİ / ABDULAHAD BAHADIR HAN
Mavera, sözcüğünün anlamı “Görülen evrenin ötesi veya ilerisi” demektir. “Mâverâünnehir” sözcüğü ise Nehrin ötesi veya ilerisi gibi anlamlara gelir. Bu tamlamada söz edilen nehirler ise Seyhun ve Ceyhun nehirleridir. Bu nehirlerin arasında kalan bölgeye verilen isimdir aslında. Bu iki nehir, Araplar için Siriderya ve Amuderya’dır. Bu nehirler Aral Gölü ile sonlanır ve geniş ve bereketli toprakları sularlar.
Bu bölgenin asıl ve yaygın bilinen adı Türkistan’dır. Bugün Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan devletlerinin bulunduğu geniş alan tarihi Türkistan topraklarıdır. 2200 yıl önce Mete ve komutasındaki Türklerin gelip yerleşmesi ile bu adı almıştır. Coğrafi olarak da değerli olan bölgede, Hunlar, Göktürler, Uygurlar, Samaniler, Büyük Selçuklular, Harzemşahlar, Çağataylar ve Şeybaniler bulunmuşlardır. Kısaca coğrafyada köklü Türk izleri bugün de varlığını korumaktadır.
1500-1920 yılları arasındaki 420 yıllık uzun dönemde ise Buhara Hanlığı bölgede varlık gösteren son Türk devleti oldu. Bölge nüfusu ağırlıklı olarak Türk’tür. Bölgenin İslamlaşması ardından bu geniş coğrafyada yüzyıllardır sürdürülen Cengiz geleneği de bitmiştir. 18. Yüzyıldan itibaren güçlenen Rusya ve İngiltere, bölgede hakimiyet kurmaya çalışmışlardır. Sanayi Devrimi ve sömürgeleştirme sonucunda güçlenen bu iki devlet arasında kalan Buhara hanları da her iki devlet arasında denge kurmaktan fazla bir şey yapamamışlardır.
Son Buhara Hanı Abdulahad Han, Ruslara rağmen Osmanlı ve Avrupa’ya öğrenci göndermiş, eğitime önem vermeye çalışmış ve ordusunu Ruslardan aldığı silahlarla canlı tutmaya çalışmıştır. Ancak iki büyük güç arasında yapabilecekleri sınırlı kalmıştır. 1920’de egemenliği sona erene kadar bölge, Buhara Hanı yönetiminde kalmıştır. Buhara Hanlığı yönetimindeyken devlet dili Çağatayca’dır.
Abdulahad Han, iyi eğitim almış bir devlet yöneticisidir. Yaptığı Rusya yolculuğunu anlattığı günlüğünde geçtikleri bölgeleri anlatmış ve ayrıntılar vermiştir. Ayrıca kendi ülkesinin ve Rusların bürokratik işleyişlerinden, teşrifat kurallarından söz etmiştir.
Ne yazık ki biz bugün, birkaç örnek hariç dönem yöneticilerinin kendi ağızlarından anlattıkları metinler bulamıyoruz. Bu, Türklerin en büyük eksiklerinden kabul edilmelidir. Yüzlerce yıllık Osmanlı Yeniçeri Ocağı’nın onca deneyimi ve birikimi hakkında neredeyse bilgi yok gibidir. Yeniçerilerin askeri hekimlerinin, marangozlarının veya diğer iş kollarının nasıl işlediği, sanatlarının incelikleri yazılmamıştır. Bu durum büyük bir eksikliktir. Bu nedenle Abdulahad Hanın tuttuğu günlük ve izlenimleri son derece değerlidir. O dönemde Ruslara nasıl baktıklarını, Rusların Türklere nasıl baktığını bu günlük notlarından bir miktar da olsa öğrenebiliyoruz. Ayrıca kitaba fotoğraflar da eklenmiştir. Bu fotoğraflardan dönemin giyim kuşamı hakkında fikir edinebiliyoruz.
Hanın tuttuğu notları yayımlatmaya ikna eden ise büyük Türk düşünürü İsmail Gaspıralı olmuştur. Sonuç olarak bölge daha sonra farklı adlarla bölünmüştür. 14 Türk Devleti’nin kurulduğu coğrafyadaki Türk izleri yok sayılmıştır.
Nasıl ki bir zamanlar Dîvânu Lugâti't - Türk, yok sayılmışsa şimdi de pek çok coğrafyada Türk Devletlerinin izleri yok sayılmakta ve farklı isimler verilerek kültürel ve tarihi bağlar koparılmaya çalışılmaktadır. Bu bağların ne kadar önemli olduğunu yaşadığımız son birkaç on yılda çok daha net anlamaya başladık veya başlamalıyız.