PAZAR YÜRÜYÜŞÜ
Köylü teyze, bahçesinden topladığı ıspanak, marul, maydanoz, roka, dereotu gibi pek çok yeşilliği bir güzel yıkayıp; demetler halinde küçük paket lastikleriyle bağlayarak tezgâhının üzerine dizmişti. Ayağında kara lastik ayakkabısı, evde dikilmiş şalvarı, başörtüsünün üzerine tünettiği siperlikli boyacı şapkasıyla gelip geçenlere ümitsizce sesleniyordu.
"Ispanak var, marul var, maydanoz var!"
Sabahleyin tezgâhını ilk kurduğunda, muhtemelen uzun süre ayakta müşteri beklemişti. Belki bir iki demet yeşillik de satmıştı. Öğleden sonra artık ayakta duracak mecali kalmamış, ters çevirdiği bir sebze kasasının üzerine çökmüştü. Ama pes etmiyor, hâlâ oturduğu yerden gelip geçenlere sesleniyordu.
"Taze soğan var, roka var, dereotu var!"
Gelip geçen yaşlı teyzeler şöyle göz ucuyla bakıp dudak bükerek yollarına devam ediyorlardı. Aslında dudak büktükleri falan yoktu. Ceplerindeki sınırlı bütçe ile en zaruri ihtiyaçlarını karşılama derdine düşmüşlerdi. Geçen hafta kilosu kırk lira olan her şey, bu hafta elli, elli beş liraya çıkmıştı. Evdeki hesap yine çarşıya uymamıştı. Karnabahar, brokoli, kırmızı lahana hep tek tek satılıyordu. Zeytin, peynir, özellikle de süzme veya petek bal satılan tezgâhlara neredeyse hiç uğrayan yoktu.
Hani eskiden alışveriş yapan bu yaşlı teyzelerin ellerinde bir pazar arabası olurdu. Ağzına kadar tıka basa doldurdukları pazar arabalarını, çeke çeke zorla götürürlerdi. Bir tekerleği kırık pazar arabası kalabalıkta insanların ayaklarına takılınca, bir de dönüp insanlara çekişirlerdi. Bugün hiç kimsenin elinde pazar arabası yoktu. Bir satıcının tezgâhına yanaşan müşterinin ilk sorusu “Daha küçük poşetiniz yok mu?” oluyordu. Çünkü pazara gelenlerin ayırdıkları bütçe, ancak birkaç küçük naylon poşeti doldurabiliyordu. Pazar yerinde bolluk, ceplerde ise yokluk vardı.
Sebze kasasının üzerinde oturan boyacı şapkalı köylü teyze, aynı soruyu bana da sordu.
"Ispanak vereyim mi ağabey? Çok taze!"
Pazar yerindeki hiçbir teyzeye cevap vermiyordum.
“Çekilmez bir adam olmuştum yine. Huysuz, aksi, lanet…” Zaten benimkisi pazar alışverişi falan değildi. İnsanlara yakından bakmaktı. Ya da cuma günü yapılan mütevazı bir pazar yürüyüşüydü…