ORHAN VELİ KANIK ve ANLATAMIYORUM ŞİİRİ
Kasımda Aşk Başkadır…
Neden sıklıkla bu ifade kullanılır?
Kasım ayında yaşanan kısa bir aşk hikayesini anlatırken, aşkın geçiciliğini ve aynı zamanda kalıcı etkisini yansıtarak izleyenler üzerinde derin bir etki bırakan 2000 yılı yapımı “Sweet November (Kasımda Aşk Başkadır)” filminin etkisiyle mi?
Yoksa, sonbahar mevsiminin son ayı olan kasımın, doğanın yavaş yavaş kış mevsimine hazırlık yaptığı, yaprakların döküldüğü, havaların serinlediği bir dönem olması ve doğadaki bu dönüşümün, insan ruhunda huzur ve melankoli hislerini uyandırması sebebiyle mi?
Doğru… Hem film çok etkileyiciydi hem de kasım ayında insanlar yazın dışa dönük, hareketli hayatından ziyade, daha içe dönük bir ruh haline bürünür. Bu, bireylerin kendilerini ve duygularını daha fazla dinlemesine olanak tanır. Aşk da bu içsel yolculuk sırasında daha anlamlı, daha derin bir his olarak öne çıkar. Kısacası, insan kasımda aşkı yaşarken sadece sevdiği kişiyle değil, kendisiyle de bağ kurar.
Sinema, müzik ve edebiyatta kasım ayının aşk ile sık sık ilişkilendirilmesi, bu ayın romantik bir imge olarak kalmasına katkı sağlar sadece...
Oysa ki aşk zaman tanımaz; ansızın kapınızı çalıverir. İşte o zaman, içinizde kimi zaman mutluluk ve coşku dolu, kimi zaman gerginlik ve kaygı yüklü, şiddetli duygusal dalgalanmalar başlar. Tüm bu duyguları doğru ifade edemediğin zaman sıkışırsın, giderek yalnızlaşırsın en içinde… En sonunda da, bir çıkış yolu olduğunu bilmenin; ama bulamamanın çaresizliği ve hüzün kaplar tüm ruhunu... İşte böylesine karmaşık ve “garip” bir varlıktır insanoğlu…
Aylardan kasım mı bilinmez ama 1941 yılının günlerinden birinde, bir “garip” şair, arkadaşları ile yemek yiyip, entelektüel tartışmalar yapmak için, o zamanlar sık sık yaptığı gibi Sabahattin Eyüboğlu’nun Ankara’daki evine gider. Birkaç yıldır tanıdığı bir arkadaşının kızı olan genç Bella Eskinazi de oradadır. Bella, her haftasonu Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden Ankara’ya gelip bu buluşmalara katıldığından, şair gayet iyi tanımaktaydı onu…
O akşam evdekiler briç masasının etrafında toplanmış olmalarına rağmen, bizim şair, “garip”tir yine; sessizdir. Bir köşede derin düşünceler içindedir. Bella dayanamaz, onun yanına gider ve; “Ne oldu, olmayan gemileriniz mi battı?!” diye sorar.
“Hiçbir şeyim yok.” olur şairin cevabı. Bella inanmaz ve ısrar edip; “Ama bir şey var, hadi anlatın!” dediğinde; “Evet var, biliyorum; anlatamıyorum” cevabını verir şair bu kez...
Sonra yeniden başka bir köşeye çekilip sessiz sessiz bir şeyler yazar…
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Ağlamak ve gözyaşı… Hüzün karşılıyor bizi ilk mısralarda… Ama aynı zamanda, belirsizliğin yarattığı korku, tatlı bir telaşı giyinip kuşanmış bir selam gönderiyor gibi de…
Öyle bir yalnız kalma hissi kaplamış ki Orhan Veli’nin ruhunu, şayet anlaşılamazsa işte o zaman çıplak bir yalnızlığa dönüşecek içindeki korku…
Kendini doğru ifade edememekten korkan ya da yanlış anlaşılmaktan çekinen, içine kapanık bir kişinin ağzından dökülen, çaresizlik duygusuyla bezenmiş, hassasiyet derecesi yüksek ve derin sorular…
Orhan Veli, içsel bir haykırışla bizi şiirin içine çekiyor ve duygularına fiziksel olarak yaklaşmamızı istiyor. Bu, Türk şiirinin geleneksel yapısını kırmak isteyen Orhan Veli’nin getirdiği yeni bir ifade tarzından başka bir şey değil, elbette…
Duygu ve düşüncelerin soyut doğasına vurgu yaparken, içindeki duyguları somutlaştırarak bize aktarmak istemektedir.
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce…
Bu kez de, yaşadığı çaresizliğin ardından Orhan Veli’nin farkına varma hali serilir karşımıza…Yıllardır dinlediği şarkılar daha bir anlamlı gelmeye başlar. Kelimeler belirse de zihninde, hiçbiri doğru ifade edememektedir duygularını…
Güzel ve kifayetsiz…
Bu tezatlıkları kullanarak, içinde yaşadığı duyguyu ifade etmekteki zorluğunu en özel haliyle anlatmaktadır şair burada...
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Çaresizliğin beslediği umutsuzlığun içinde filizlenen umudun dizeleri karşılar bizi, son mısralarda… Anlaşılamama ya da yanlış anlatma korkusuna rağmen, bu durumdan kurtulma umudu hep vardır. Umut, insanın yaşam enerjisini ateşleyen dinamik bir duygudur çünkü... İnsanın ruhsal çatışmalarında, yani içindeki karamsarlık ile iyimserliğin mücadelesinde cesaret ve kendini yeterli hissetmek insanın duygularını okşar.
Ancak, şiire adını veren tek kelimeden oluşan son dizesi; “Anlatamıyorum” insanın kendi duygularını ifade etmedeki güçlüğünü ve bu durumun yarattığı sıkışmışlık hissini net bir şekilde ortaya koyar. Şairin anlatamadığı, ifade edemediği bu “garip” hüzün, aynı zamanda hem bireysel hem de evrensel insanlık halidir.
Bu yüzdendir ki, bu şiir bizi bir yerden yakalar ve hepimizi şairin dert ortağı haline getirir.
Lyrikline, 1999 yılında kurulmuş uluslararası bir şiir platformu… Bugün, 84 dilde 1375 şaire ait şiir ve çevirileriyle oldukça fazla okuyucuya sahip. Her yıl Haziran ayında düzenlenen festivalde belirlenen istatistiklere göre bu şiir, en çok okunan şiirler arasında hala ikinci sırada…
Şair; bir “garip” aşık Orhan Veli Kanık ve şiiri de; “Anlatamıyorum”…