“Dünyadaki hiçbir çıkar, verdiğiniz sözü tutmamaya ya da kendinize olan saygınızı yitirmeye değmez."
Marcus AURELIUS
ÖLÜNCE BENİ KİM YIKAYACAK
Odama sızan günün ilk ışıklarını, oturduğum ördek yeşili koltuğumdan geceden kalma bir yorgunlukla izliyorum.
Evimin önündeki çam ağacına döne döne düşen kar taneleri, sabaha dayançla yoldaşlık ederken içten içe yaşadığım duygusal karmaşa, yerini birden dinginliğe bıraktı.
Boncuk'un kucağımda kıvrılmış gövdesini, parmaklarımın ucuyla sessizce okşuyorum. Çıkardığı gırlama sesi yüreğime mutluluk saçıyor, tüm yorgunluğumu unutuyorum. Bu hep böyle oluyor. Ne zaman derin düşüncelere dalsam, Boncuk kucağıma atlar, başını göğsüme sürter. Onunla bakışarak anlaşırız. Aramızdaki sevgi bağı öyle güçlü ki... Benim insansever, güvenilir dostum.
Birazdan son görevimi yapmak için Lara'nın yaşlı bakım yurdundaki odasına gideceğim.
Yaşamdan kopmadan önce ona verdiğim sözleri yerine getirmek, benim için çok önemli.
Yaşadığım ülkede bireyler, ölüm sonrası doğanın kucağına bırakılmadan önce kendisini bu gizemli yolculuğa kimlerin hazırlayacağına, gövdesini incitmeden kimin yıkacağına, bu yolculukta son isteklerini kimin gerçekleştireceğine kendileri karar verirler. Kişinin bu bağlamdaki dileği, aile bireyleri arasında saygı ve olgunlukla karşılanır.
Alınan bu karar, karşılıklı anlaşarak verilir, uygulanır.
Her ülkede olduğu gibi kuşkusuz burada da ölüm sonrası bulunduğunuz yere birkaç görevli gelir, sizi alırlar, yıkarlar, doğanın kucağına bırakılacağınız güne dek soğuk bir yerde bekletip sonra da gövdenizi gömütlüğe taşıyarak üzerinizi toprakla örter, gömütünüze çiçekler dökerler.
Olağan bir durumdur bu yaşanan.
Ancak, ölüm gerçeği ile yaşayan, ölümü içselleştiren çoğu bireyler, yapılacak olan bu eylemin öncesinde kendisine bu süreçte yoldaşlık eden, gönüllü çalışan kişilerin son dokunuşlarıyla yerküreden uğurlanmak isterler. Bu bir güven durumudur. Bu görev için kimse sorumlu tutulamaz. Bu kararın önüne de kimse geçemez.
Akçasal bir gelir, söz konusu kesinlikle olmaz, olamaz. Yürek işidir yapılan. Emek ister. Emek; sevginin, değer vermenin bir göstergesidir hiç tartışmasız.
Bu son yolculukta iki baş kişi vardır. Biri, size, insani değerlerinize güvenip sizden kendisine söz vermenizi isteyen; diğeri yansız duruşuyla karşısındaki kişiye, ölüm sonrası tüm isteklerini hiçbir karşılık beklemeksizin yerine getireceğinin sözünü veren kişidir.
İşin özü; iki insan arasında güvene, sevgiye, saygıya dayalı sözlü bir anlaşmadır. Söz isteyen kişi, sözü veren kişiye yüce bir görev yükler. Bu yükü taşımak da yürek ister.
Şöyle düşünün:
Elinizin altındaki cansız bir insanı, ona söz verdiğiniz için yıkıyor, üzerini giydiriyor, onu yaşamdan tam da dilediği gibi 'onurla' uğurluyorsunuz.
Birden çok kimliği bir anda omzunuzda taşıyorsunuz demektir, bu.
Bir bakıcı, bir din görevlisi, bir yoldaş ya da bir ölü yıkayıcısı, kim bilir, kimsiniz...
Siz ya bir hiç ya da her şeysinizdir aslında. Adını, siz koymak ister misiniz?
Bu süreçte, sizin kim olduğunuzdan çok, görevinizi başarıyla nasıl sonuçlandırdığınız önemlidir hiç kuşkusuz. Söz ağızdan çıkar. İyi insan, sözünü yerine getiren insandır.
Bunun adı her ne kadar 'son görev' olarak adlandırılsa da bana göre bu son dokunuş görevden de öte, insana yakışır olağanüstü tinsel bir yaklaşımdır.
Son dokunuşumu yaptığım kişinin kim olduğu, ekini, inancı, görüşü, yıllardır bu işe gönül vermiş, onlarca insana bu son yolculuklarında gönüllü yoldaşlık etmiş bir insan olarak beni hiçbir zaman ilgilendirmemiştir.
Her insan, karşısındaki insanın görüşlerine, düşüncelerine, nasıl ki kendisine saygı duyulmasını istiyorsa o da karşısındakine aynı saygıyı göstermekle yükümlüdür.
Unutmayalım, bireye saygı kutsal bir değerdir.
LARA ve SON DİLEĞİ
Odayı aydınlatan ölgün ışıkta, yaşamsal işlevselliğini yitirmiş, dudak ucuna sıkışan bir gülümsemeyle öylece yatıyordu yatağında. Acılarından arındığının kanıtı gibiydi gözümün gördüğü bu görüntü... İstemsizce bir 'ah' sesi döküldü dudaklarımdan.
Ölüm, binbir yüzlü kuşkusuz
Herkese aynı vurmaz tokadını
Bunu iyi bilirim
Kimine tuz, kimine şeker tadı...
Daha dün gece yatağın ucuna bıraktığım boyası aşınmış oturak, şimdi de aynı yerdeydi. Odası soğuk, ışıklığı kapalıydı. Gözlerim, Lara'nın bilinci açıkken birlikte seçtiğimiz, son yolculuğunda üzerine geçireceğim mavi çiçekli giysisini, inci tokasını aradı. Bıraktığım yerdeydiler. Derin bir soluk aldım.
Gelirken aldığım, Lara'nın da en sevdiği çiçek olan kırmızı gülleri masanın ucuna bıraktım. Birazdan soğumaya yüz tutmuş gövdesini yıkayacak, masada duran gülleri de yatağını süslemek için kullanacağım.
Sonra oğlu gelecek. Lara'yı son yolculuğuna çiçekler eşliğinde, birlikte uğurlayacağız.
Lara'ya da gözgüdeki 'ben' e de sözüm var benim.
Bu yazım, abartısız, yansız bir bilgi sunumuydu sizlere. Başka ekinlere, değişik inançlara iye olan bireylerin güvendiği insana verdiği değere, ölüme, yaşama bakış açısına ve yaşamdan kopuşuna açılan bir ışıklıktı.
Yüreğinizdeki sevgi ışığınızın hiç sönmemesi umuduyla... Esen kalın.