MUHARREM
Bir zamanlar, Ordu’nun sokaklarında
Divane gezen, bir deliydi Muharrem
Herkes, deli diyordu aralarında
Belki deli değil, veliydi Muharrem
Sırtındaki çuvalı, taşır, gezerdi
Herkes, onunla dalga geçer, üzerdi
Sinirlenince, ne küfürler düzerdi
Bu onun, en masum, haliydi Muharrem
Başı sıkıştığında, birden ağlardı
İsteklerini, bu şekilde sağlardı
Elini, kolunu, koynuna bağlardı
Ordu, tutunduğu, dalıydı Muharrem
Bulduğu çöpü toplar, çöpe atardı
İşe yarayanı, götürüp, satardı
Boş bulduğu, bir inşaatta yatardı
Taşlar, onun için, halıydı Muharrem
Elinden, ekmeğini, eksik etmezdi
Koparır, koparır yer ama yetmezdi
Alıp götürseler, Ordu’dan gitmezdi
Mazlumun, masumun, diliydi Muharrem
O boncuk gözleriyle, veliydi asıl
Ona deli diyenler, deliydi asıl
Delilik, yüreğinin, seliydi asıl
Kimbilir, nelerle, doluydu Muharrem
Bir kuru ekmek ile karnı doyardı
Bozuk paraları, mendile koyardı
Sırtını, sadece, duvara dayardı
Masumluk, serveti, malıydı Muharrem
Bütün zamanı, sokaklarda geçerdi
Herşeyi karıştırıp, bir bir seçerdi
Vatandaş, ne verse, onu yer içerdi
Aslında, yaşayan, ölüydü Muharrem
Mollaoğlu, eskiler olunca konu
Gözleri dolup taşar, yad eder onu
Gelip geçti dünyadan bilinmez sonu
Bir zaman Ordu’nun gülüydü Muharrem