ANI
Giriş Tarihi : 19-12-2022 13:18

Kuru Fasulye

Yazan: Hakkı Yıldıran -KURU FASULYE 

Kuru Fasulye

KURU FASULYE 

Karım önceki günlerde iki haftalığına Türkiye’ye gitmişti. Giderken; evin lambalarını tasarrufulu led lambalarıyla değiştir, balkondaki öte beriyi ayarla, evin tavanlarının sararan yerlerini güzelce boya, biraz evimizle ilgilen diye sıkıca tembih etmişti. 

Sayılı gün değil mi bu?
Bir haftası; ben evin içinde yatarken, televizyonun karşısında o kanal senin, bu kanal benim kanalları karıştırken yel gibi gelmiş de geçivermişti. 

Bari bir sefer dışarı çık, biraz bir hava al gel değil mi? Yook! Ona bile üşeniyordum.

Evin içinde çocuklarımla bol bol tartışıyoruz öylece… Eee büyüdüler tabii.

Ertesi gün biri bir tarafa, öteki ikisi de öteki tarafa gitmişti. Koca evde yapayalnız kalmıştım. Öte dolaştım beri dolaştım vakit bir türlü geçmek bilmiyordu. Ne edeyim diye düşünüyon öylece. 

Türkiye'ye giderken karımın dedikleri aklıma gelivermesin mi? Aldı mı beni bir telaş!

Durur muyum hiç? Geldiğinde bıdırtı etmesin diye hemen işe koyuldum. İlk önce gittim, her odaya uygun dört adet led lambası, bir kova badana boyası, fırçadır, odur budur… Yanlarına biraz da yenecek öte beri aldım. Bâyâ bir tutmuştu. 
Aman Allahım! Ne kadar da pahalanmış ortalık diye söylene söylene eve gelivermiştim. 

Evde iş görecek bir matkap yok diye, bildiğim birkaç elektrikçi arkadaşı aramıştım. Birisi şöyle, diğeri böyle diyordu... Benim anladığım, hiç birisinin zamanı yokmuş. İçlerinden birisi belki gelirim diye az bir umut vermişti. Bekledim, gelmedi. Biraz zaman geçince, aradım. Telefona cevap vermiyordu. Onun da niyeti belli oluvermişti. Başka da aramanın anlamı yoktu. Anladım. Elektrikçi gelse bile, nasıl olsa ona para vermeyecek miyim diye düşünüp gittim, eletrikçiye vereceğim parayla iyi bir matkap aldım, geldim. İyi de etmiştim.

İlk önce, komşularıma bir iki delik deleceğimin haberini verdim. Komşularımdan olur onayını aldıktan sonra elektrik lambalarını kendim değiştirmiş, üstüne üstlük bahaneyle bir de matkap sahibi  olmuştum.

Biraz soluklandıktan sonra sıra badana işine gelmişti. Mutfağın sararan tavanlarını boyadıktan sonra duvarları da boyamak icap etmişti. Boyadım. Sonra salon mutfakla uyumsuz bir hal almış, odalar salonla…Böyle böyle evin her tarafını boyamak mecburiyetinde kalmıştım. Böylece her yeri boyamış oldum. Duvarları boyarken iyiydi de tavanları boyarken boynum tutulmuştu. İyice yorulmuştum. Bir de bir acıkmıştım ki…

Ne pişireyim, ne pişireyim derken, aklıma kuru fasulye pişirmek gelmişti. Keşke akşamdan aklıma gelseydi de tencerenin içinde suya ıslasaydım diye söylene söylene yemeğin başına geçmiştim. 

Taşına, toprağına baktıktan sonra tencerenin içine göz kararı kuru fasulye koydum. Fasulyelerin üstüne kadar su doldurmuş, ocağın ateşini açıvermiştim.  

Mutfaktan çıktığımda badanası kurumaya yüz tutmuş odanın birisinde, olmamış diye tekrar ikinci kez badanaya devam ediyordum, sanki bir ses duymuştum. Çocuklardan biri gelmiştir diye oralı olmamıştım. Biraz kulak kesildim. Başka da bir ses işitmemiştim. Kim geldi diye seslendim. Cevap veren yoktu. Yorgunluğuma yormuştum. 

Yine badanaya devam...
Biraz sona mutfakdan bi cosurtu koptu... Ocağa kuru fasulye koyduğum aklıma geliverdi. Hemen mutfağa koştum. Ne olacak? Fasulyenin acı suyu köpükleşmiş, taşmaya başlamış, o nedenle kapak tencerenin üstünde zıplayıp durur. İyi ki yanmamışlar…

Haşlanan fasulyelerin acı suyunu iliştirden geçirdikten sonra suyunu yeniledim ve bu sefer kendiliğinden yavaş yavaş pişmesi için ocağın ateşini kıstım. 

Gittim, odanın kalan yerlerini güzelce boyadım, bitirdim. Dağıttığım yerleri sildim, süpürdüm. Sonra televizyonun karşısındaki kanepeye geçip uzandım. Haydaaa! Televizyonun karşısına tengilir tengilmez (uzanır, uzanmaz)yine ocaktaki kuru fasulye geldi aklıma. Gittim, baktım; pişmiş. Yağlanacak hâle gelmişler.

Bir tavanın içine bir kaşık tereyağı, biraz da sıvı yağ koydum, içine de bir baş kuru soğan doğradım. Soğanların kavrulmasına yakın, kaşığın ucuyla biraz biber salçası,  yanına iki kaşık dolusu domates şalçası koyup hepsini birlikte kavurmaya koyuldum.

Şimdi niyetim; doğradığım soğanları çokça kavurup  yakmamak…Az biraz diri kalsınlar ki; dahası fasulyeyle birlikte pişsin. Önceden bildiğim, diğer türlü soğanları iyice kavurursam; yemeğin suyunun üstünde adeta yüzecekleriydi. Bunu hiç istemiyordum açıkcası. Öyle olunca, benim ezelden tok çocuklarım yemiyordu.

Kuru fasulye tam istediğim gibi pismişti.

Yanına, ocağa bir de pilav koymuştum o ara… O, hemen o saat olmuştu zaten.

Açlıktan salata yapmak, aklıma bile gelmemişti. Bir tabağa biraz pilav koydum. Biraz da kuru fasılye, suyundan fazlaca…Üstüne de kara biber ekiledim. Diğer tabağa iki kaşık taze yoğurt…Acı fini biber turşusu getirmiştim köyden, onları da…Yanına bir kelle de kuru soğan parladım... Ellelelelele!

Tam bir hafta olmuştu karım gideli, boğazımdan da sulu yemek geçmeyeli. Bir tabak dişimin kovuğuna bile yetmemişti…iki, üç.  Off of... Gözlerim açılıvermişti.

Ne zaman sıkışsam kuru fasulye pişiririm.
Kuru fasulye pişirdiğimde hep köyüm Gölhisar aklıma düşer. Eski evin ocaklığı, ocaklığın içindeki üç ayaklı sâcağın üstünde kaynayan kuru fasulye dolu kara haranı, yine hemen ocaklığın önündeki yer sofrası ve etrafında oturan kardeşlerim. Anam, babam...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi