ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 18-11-2024 14:25   Güncelleme : 18-11-2024 15:36

Hayat Tesadüfleri mi Seviyordu / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

Birsen Yurdakul Tomurcuklu -HAYAT TESADÜFLERİ Mİ SEVİYOR

Hayat Tesadüfleri mi Seviyordu / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

HAYAT TESADÜFLERİ Mİ SEVİYOR

Şeyda, Karadeniz’in küçük bir sahil kasabasında göreve yeni başlamıştı. Yöreyi babasının görev yıllarından tanıdığı için yabancılık çekmiyor, yalnızlık hissetmiyordu.

Sağlık ocağına hemşire olarak atanmış, göreve yeni başlamanın heyecanını yaşıyordu… Bu arada çocukluğundan bildiği bir iki ahşabı da bulmuştu. küçük bir de ev tutmuştu. Yüksek tavanlı, yıllar önce güzel bir ev olduğu belliydi. Ama artık eskimiş ve bakımsız kalmıştı. Küçükte bir bahçesi vardı. Sevmişti bu evi, sarı duvarlarıyla çocukluğunda yaşadığı eve benziyordu.

Cuma günü mesaisi bitince hafta sonu için plan yaptı. Yaylada olan Hatice teyzeyi aradı. Gelmek istediğini söyleyince, Hatice teyze çok sevindi. Hafta sonunu birlikte geçirecekler, yaylada yürüyüş yapacaklardı.

Araba dik yamaçlardan inip çıkarken, yol kıvrım kıvrım kıvrılıyordur. Uzaktan sıra sıra çay bahçeleri gözüküyordu. Etrafa bakarken yaklaşık bir saatin nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Hatice teyze, Şeyda’yı; etrafı tahta çitlerle çevrilmiş bahçe kapısında karşıladı. Büyük bir içtenlik ve sevgiyle kucaklaştılar. Tek katlı ahşap yayla evine doğru yürürlerken Şeyda çocukluğunda buraya geldiklerinde ne kadar güzel zamanlar geçirdiğini; yere serilen yatakları, kuzinede pişen börekleri, yağmurun yağışını ve toprağın yağmurdan sonraki kokusunu hatırladı. Gece geç vakitlere kadar eski günlerden, annesinden anlattılar. Hatice teyze kardeş gibi olduğu gülüp ağladığı arkadaşının vefatına çok üzülmüş, anlatırken göz yaşlarını tutamamıştı.

“Geçiyor işte yavrum! Günlerle beraber ömürlerde…” dedi.

Sabah erken kalkacakları için; “Haydi, artık yatalım” dedi, Hatice teyze. Şeyda yatarken gözlerini ahşap tavana, kirişlere çevirdi. Gözlerini kırpmıyor adeta kısa metraj bir film izliyordu…

Sabah güneş, yere düşmüş gibi duran bulutların arasından süzülürken kalktılar. Birlikte özenli bir kahvaltı hazırladılar. Mis gibi bir havada bahçedeki tahta bir masaya çiçekli bir örtü serip, doyumsuz bir sohpet eşliğinde demli bir Karadeniz çayıyla kahvaltı ettiler. Şeyda’nın yüzünde çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dönmenin mutluluğu, dudağının kenarında bir tebessüm vardı.

“Gelmekle ne kadar iyi etmişim” diye düşündü.

“Yıllar sonra… Tekrar buralarda yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi. Çocukluğunu yaşadığın topraklar bir şekilde insanı çekermiş. Yıllar sonra da olsa tekrar gelinirmiş derler. Ne kadar doğruymuş” diye düşündü.

Kahvaltıdan sonra Hatice teyze “Şeyda’cım bu gün bir akranımı ziyaret etmek istiyorum. Oğlu bir kıza sevdalıydı; küçük yaşlarda, okul yıllarından, kızın ailesi izin vermedi evlenmelerine yıllardır. Geçen gün asla izin vermeyecekler deyip, gidip kendi kendilerine nikah kıymışlar. Alp, kızı alıp annelerinin yanına yayla evine gelmişler. Gidip bir hayırlı olsun demek lazım. Düğün hazırlıkları yapıyorlar. Bakayım bizim el vereceğimiz bir şey var mı?.. Beraber gidelim. Sana da değişiklik olur. Uzak sayılmaz, yürüyerek gider geliriz; sen de etrafı görmüş olursun.”

Evden çıkıp yürümeye başladılar. Yol boyunca sohbet ediyor arada şakalaşıp gülüşüyorlardı. Etraf alabildiğine yemyeşildi… Bulutlar öyle alçaktaydı ki! gri, beyaz pamuk tarlası gibi… Kollarını açsan bir öbek bulut kucaklanabilirdi.

Şeyda; “Hatice teyze bulutlar ne kadar alçaktalar, muhteşem duruyorlar” dedi.

“Ya” dedi.

Hatice teyze, “Hep öyle dururlar. Eskiden  sevdalılar aileleri rıza göstermeyince kaçar da  peşlerine düşenlerden bu bulutlara saklanırmış, bulutların ardını kimse göremezmiş. Bulutlar aynı bulutlar da sevdalar, insanlar aynı değil.”

Yeşilin tüm tonlarının arasında yürüyorlardı… Ağaçlar adeta gökyüzünü selamlıyordu. Karşılarına pırıl pırıl akan bir dere çıktı. Ağaçların gürlüğünden yaklaşana kadar gözükmüyordu.

Durdu! Hatice teyze; “derenin içinde ki taşlara basarak karşıya geçeceğiz” dedi ve taşların üzerinden sekerek, dengesini kaybetmeden alışık adımlarla karşıya geçti.

“Hadi!” diye seslendi. “Dengeni koru, korkma düşmezsin.”

Şeyda büyük bir dikkatle dere içindeki taşlara basarak, karşıya geçmeyi başardı.

“Bu doğa harikasında kayboluyorum” diye mırıldandı.

Nihayet eve gelmişlerdi. Bahçeli iki katlı tamamı ahşap bir yayla eviydi. Yıllar içinde eskimiş ahşapları kahverenginin ve siyahın tonlarına bürünmüştü. Her adımda gıcırdayan, esneyen merdivenden yukarı çıkmışlardı.

Ev sahibi; Havva Hanım, onları gülümseyerek karşıladı. “Çocuklar da evde sizi yanlarına götüreyim. Gelin, hanımla tanışın” dedi.

Şeyda; Hatice teyzenin ardından odaya girip, başını kaldırdığında döndü kaldı. Olduğu yere mıhlanmış, gördüğüne inanamıyordu. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Birden elleri buz gibi ter içinde kalmıştı. Karşısında Alp ile Ayşen duruyordu. Hatice teyzenin gevezelik yapması toparlanmasına zaman kazandırmıştı. Elini uzattığında ne dediğini hatırlamıyordu bile. Alp, hiç kimsenin bilmediği çocuk yüreğiyle sevdiği platonik aşkıydı. Bir kelime bile konuşmamışlardı. Okulda Ayşen’i sık sık Alp’in yanında görüyordu…

Şeyda, onları her gördüğünde hep üzülürdü… Minik yüreği göğüs kafesinde sıkışırdı. Alp’in Şeyda’yı tanıdığı gözlerinde ki şaşkınlıktan belliydi. Dakikalar sonra Alp, yanlarından ayrıldı. Alp’i kalkana kadar da görmediler.

Aynı yoldan eve dönerken Şeyda; hiç konuşmuyor, bu tesadüfe inanamıyordu.

Pazar günü Hatice teyzeyle vedalaşıp, teyzenin ısrarları üzerine tekrar geleceğine söz vererek evine döndü.

Bahçesinden içeri girerken bir tane kırmızı gül kopardı. Bir sade kahve yaptı masanın başındaki sandalyeye adeta çökerek oturdu. Kahvesini bitirince şuursuz bir hareketle fincanı tabağına ters çevirdi. Bir müddet bir zamansızlığın içine düşüp öylece kaldı… Ne kadar zaman?.. Bilmiyordu. Fincanı kaldırıp içine şöyle bir baktı. “Ne görmeyi umuyordun ki? Başka bahçelerde açan gülleri mi?”

Günlüğüne bir şeyler yazmak istedi; sayfaları karıştırdı, eli kıpırdamadı. Sadece beyninde görünmez kalemle yazıyordu… Bugün yaşadıkları Şeyda’yı alt üst etmişti. Yıllar içinde unuttuğunu zannediyordu; nihayetinde çocukluktu, kalbinin kuytu köşesinde sakladığını bilmiyordu.

Hayat tesadüfleri mi seviyordu?

Yoksa hiç bir şey tesadüf değil miydi?

Günler ne sürprizlere gebeydi?

Editör: Deniz İmre

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi