GÜZEL ÖYKÜLERE YOLCULUK
Alanya Kitap Fuarı etkinlikleri çerçevesinde çeşitli söyleşiler ve imza günleri de düzenleniyordu. Gün boyu Damlataş Meydanı’ndaki kocaman bir kauçuk ağacının gölgesinde, Alanyalı yazar arkadaşlarla birlikte kitaplarımı imzalıyor, akşam saatlerinde ayaküstü atıştırdığım günün üçüncü dürümünden sonra da Belediye Tiyatrosu’nda ünlü şair ve yazarların söyleşilerine katılıyordum. Ataol Behramoğlu, Ahmet Ümit derken o gün de sıra Feyza Hepçilingirler Hanım’ın söyleşisindeydi.
İçerisinde henüz sahibini bulamamış birkaç kitabımın olduğu karton kutuyu oturduğum koltuğun altına doğru itip söyleşiyi izlemeye başladım. “Dilimiz Kimliğimizdir” adlı güzel bir söyleşiydi. Feyza Hanım o şirin tonton haliyle ve tatlı üslubuyla konuşuyor, yaptığı esprilerle ve sorduğu sorularla seyircilerin de aktif olarak söyleşiye katılmalarını sağlıyordu. Güzel söyleşinin sonunda Belediye Başkan Yardımcısı Feyza Hanım'a hediyesini sunarken, seyirciler de imza standının ön sıralarından yer kapmak için aceleci adımlarla fuaye salonuna geçiyorlardı.
Tiyatro sahnesinde Feyza Hanım’ın etrafını saran küçük topluluğun arasına çaktırmadan ben de sızdım. Uygun bir fırsat bulunca da kendimi tanıtıp, sosyal medyada paylaştığım bir öykünün altına “Gözlem gücüne dayalı ayrıntı zenginliğinin öyküye nasıl bir inandırıcılık kattığına örnek gösterilebilecek bir anlatım…” şeklinde bir yorum yazdığını, o yorumun beni çok mutlu ettiğini söyleyip kendisine teşekkür ettim. “Ben öyle her iletinin altına yorum yazmam” dedi, kendinden emin bir tavırla... “Demek ki öykünüz çok güzelmiş.”
Mutlulukla Feyza Hanım’ın elini bırakıp geriye döndüğümde, ikinci sıranın ortalarında görevlilerden oluşan bir kalabalık gördüm. Şüpheli şüpheli etrafı inceliyorlardı. Ben kalkınca koltuk katlanmış benim karton kutu meydana çıkmıştı. Kırmızı bir kablo ile bağlanmış küçük karton kutu görevlileri şüphelendirmiş, bambaşka şeyler düşündürmüştü. Kutunun benim olduğunu ve içerisinde kitaplar olduğunu öğrenince derin bir nefes aldılar. O masum kutuyu görünce, benim de aklıma güzel bir fikir geldi. Ege Bölgesi kırsalında dağınık halde yaşayan (yaşamış) Yörüklerin yaşam biçimlerinden ve kültürlerinden kesitler sunduğum “Kayalı” adlı kitabımın sonuncusu, kutunun içerisinde hâlâ sahibini bekliyordu. Hiç okunmasa bile, bir üniversite hocasının kütüphanesinde bir kitabımın olduğunu bilmek beni çok mutlu ederdi. Bu son kitabımı imzalayıp Feyza Hanım’a takdim edebilirdim.
Bu düşüncelerle karton kutuyu kaptığım gibi fuaye salonuna indim. Feyza Hanım’ın kitaplarının arasından aceleyle “Öyküyü Okumak” adlı kitabını seçip imza sırasının en sonuna geçtim. Katıldığım bu tür söyleşilerde yazarından imzalı en az bir kitap almayı seviyordum. Bu arada Feyza Hanım da fuaye salonuna gelmiş ve kitaplarını imzalamaya başlamıştı. İmza sırasına benden sonra gelen Alanyalı bir gencin elinde, yine Feyza Hanım’ın “Öyküyü Yazmak” adlı bir kitabını gördüm. Ben kendimi bir öykü anlatıcısı olarak görüyordum. Öyleyse “Öyküyü Yazmak” adlı kitap daha çok işime yarayabilirdi. Bir imza, iki poz fotoğraf derken sıra zaten yavaş ilerliyordu. Tekrar görevlinin masasına koşup elimdeki kitabı “Öyküyü Yazmak” adlı kitapla değiştirdim. Feyza Hanım ile biraz daha uzun görüşebilmek için Alanyalı genci de önüme alarak sıranın en sonunda beklemeye başladım.
Katıldığımız imza günlerinde stanttaki diğer yazar arkadaşlarla kitaplarımızı karşılıklı olarak imzalayıp birbirimize hediye eder, selamlaşmak gibi, tokalaşmak gibi buna da “Kitaplaşmak” derdik. Bu sefer de öyle oldu. Feyza Hanım ile hem kitaplaştık, hem birkaç poz fotoğraf çektirdik, hem de ayaküstü, kısa ama çok tatlı bir sohbet gerçekleştirdik. Artık “Öyküyü Yazmak” adlı bir rehberim de olduguna göre daha güzel öykülerde buluşmak dileğiyle…