ANI
Giriş Tarihi : 23-12-2022 16:55

Güzel Bir Gündü

Yazan: Selahattin Süzer - GÜZEL BİR GÜNDÜ

Güzel Bir Gündü

GÜZEL BİR GÜNDÜ 

Her şey yolculuğumuzun çay molasında başladı. Eşimle birlikte sömestri tatilini fırsat bilerek Konya’da görevli oğlum ve gelinimi ziyaret etmek, torunlarımızla birlikte bir hafta geçirmek için yola çıkmıştık. 

İzmir’den ayrılalı yaklaşık üç saate yakın olmuştu. Kula’yı geçtikten sonra bir çay molasını hak etmiştik. Hava kapalı ve kısmen yağmur geçişleri yaşıyorduk. Gündüz olduğu için görüş mesafesi oldukça iyiydi.

Torun ve evlat sevgisi ağır basıyordu. Fırsat buldukça birlikte zaman geçirmekten büyük bir zevk alıyorduk. Bir de davet onlardan gelince insanın kuşun kanadına binip gidesi geliyordu.

Daha önce uğradığımız, yemek yiyip çay içtiğimiz uğrak yerlerinin kapalı olmaları dikkatimizi çekmeğe başlamıştı. 

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum yolcu otobüslerini ve özel vasıtaları çok etkilemiş olduğunu üzülerek görüyorduk. Yol boyunca bir veya iki yolcu otobüslerine rastladık diyebilirim. Benzin istasyonlarında da hanıma çay ikram etmek içimden gelmiyordu.

Hızımızı keserek biraz mola verebileceğimiz uygun bir yer aramaya başladık. Fazla gitmeden eşimin “Şurada bir yer var ama biraz içeride” demesiyle iyice yavaşladım. Yol oldukça sakindi. Mekân biraz geride kaldığı için yolu kontrol ederek geri geri gelip tali yola girdim. Yol toprak çakıl ve azda olsa çamurluydu. Yeni açıldığı belliydi. Artık burayı da kaçırmaya hiç niyetimiz yoktu.

Arabayı mekânın önüne park edip indiğimizde yağmur inceden inceye yağmaya başlamıştı. Dış mekân çam, ladin, kayın gibi ahşabın dayanıklı türleri kullanılarak yapıldığı ve mimarisiyle dikkati çekiyordu. 

Kapıda bizi güler yüzlü iki kızımız karşıladı. Verandayı geçerek içeri girdik. Mekânın tam ortasında kocaman bir odun sobası gürül gürül yanıyordu. Sabanın üzerinde oldukça büyük bir çaydanlık buharını bırakarak kaynamaya devam ediyordu.

İçereside çok güzel hazırlanmıştı. Yörenin kültürünü ortaya koyan el emekleri çalışmaları özenle duvarlara asılmıştı. Sobaya yakın bir masaya oturduk. Duvarda büyükçe bir Atatürk resmi yerini almıştı. Mekânı çok beğenmiştik. Sakin temiz ve her şey yerli yerindeydi. Sanki bir kültür evinde oturuyormuşuz hissine kapılmamak elde değildi.

İki genç kızımız masamızın önünde bir isteğiniz var mı derken gözlerinin içi gülüyordu. İkisi de samimi birazda utangaç gibiydiler. Yeni açılmış bir mekân olduğu nasılda belli oluyordu. Mola yerlerinde hiç alışık olmadığımız bir durumdu. Eşim “Çayımız var mı kızım." dedi. Genç kızımız bir ev sahipliği edasıyla “Elbette var” dedi. 

Sobanın üstündeki demlikten çaylarımızı doldurarak masamıza bıraktı…

Biz demli çaylarımızı yudumlarken kızlarımızla muhabbetimizi sürdürüyorduk. Biri liseyi yeni bitirmiş diğeri de lise son sınıf öğrencisiymiş. Okul tatil olunca babalarına yardımcı olmak için gelmişler. Biz eşimle büyük bir samimiyetle mekânın içinin hazırlanışını, duvarlardaki asılı objeler örf ve adetlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi Türk yaşam tarzlarını, aile ve ülke kültürünü muhteşem biçimde yansıttığını ifade ettiğini anlatırken, iki masumane kızımızda bizleri dinliyordu. Büyük kızımız buranın önceden bir bağ evi olduğunu Osman Dedesinin de burada bağ evinde doğduğunu, kitap okumaya ve yazmaya çok meraklı olduğu için ölmeden içindeki dünyayı yaşatmak, kendi kültür ışığında geçmişten günümüze nesiller arasında bir köprü kurmak düşüncesiyle burayı yaptırdığını söyledi.

Osman dedeyi kutluyordum. Kitaplar önce insanın kendisini sonra da başkalarının tanınmasına vesile olurlar. Her şeyden önce empati yapma yeteneğinin gelişmesini sağlar. Yaşamla doğayla daha bir uyum içinde olmamızı sağlar. 

Her insan ölümünden sonra nasıl hatırlanmak duygusunu taşır. Belli ki Osman dedede okuduğu kitaplarıyla kültüre sanata verdiği değerle anılmak istiyordu.

Mekanları daha iyi anlayabilmek için hikayesini dinlemek lazımdır. Torunu dedesini anlatırken, dede-torun, o denli akıl ve gönül bağı kurmuş olduklarını memnuniyetle görebiliyordum. 

Mekânın öyküsünü dinledikçe buranın kıymeti harbiyesi daha da önemli hale gelmişti. Oturduğum masadan kalkarak kapı girişinin hemen yanındaki ahşap masif çam ağacından büyük bir özenle yapılmış kitaplığa doğru yürüdüm. Dört beş rafı vardı kitaplığın, üst rafta siyah kalın kapaklı birkaç kitap dikkatimi çekti. Kitaplardan birini alarak sayfalarını karıştırmaya başladım. Eski bir kitaptı sararmış sayfalar Osmanlıca yazıyordu. “Matmazel Anjel” İrfan isimli Osmanlı yazarının romanı. Diğer kitaplarda ilgimi çekmişti. Sebahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”, Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek”, Mehmet Rauf’un “Son Yıldız”, Erhan Bayladı’nın “Bir Hikayem” Var gibi birbirinden değerli kitaplar.

Kitaplığın yanında, camlı bölümünde üzerinde Zeybek oynayan Efe kupa bardak, metal bir tabloda Çayda Çıra oynayan bir figür, eski yıllara ait güzel bir Darne tabanca tüfek, gümüşten işlenmiş tütün tabakası, el yapımı deri muhafazasında kehribar amber sigara ağızlığı. Duvarda asılı geleneksel kadın cepkeni...

Bu tür mekanlar sadece kendisi için değil, buraya uğrayan insanlara da bir mesaj verdiği kanısındaydım. Bir mesleğe, bir mekâna hele böyle içerisinde kültür havası yaratan bir ortama herkesin saygı duymasını sağlarsınız. Sizi örnek almalarına vesile olursunuz.

Böyle güzel ortamlar beni çok etkiler. Vaktim olsa saatlerce oturmak isterim. İçeride çalan hafif müziğin ritmine ayak uydurduğumu içimde yaşadığım heyecanımdan anlıyordum.

Kızlarımızın ikisi birlikte işte babamda geldi demesiyle, gözlerimiz mekân önüne yaklaşan arkası açık küçük bir Skoda arabasına çevrildi. Arabanı arkası sobada yanmak üzere kesilmiş ağaçlarla doluydu. Güler yüzlü kirli sakallı genç biriydi Selim Bey doğruca masamıza gelerek hoş geldiniz dedi. 

Mekânın güzelliğinden bahsederek tebrik ettim kendisini. Mütevazı bir hali vardı. Babam sağ olsun, ölmeden içinde yaşattığı bu mekânı yaptırdı dedi. “Osman’ın Yeri” ismini de onun için verdik. Selim beyin babasına duyduğu minnet ve saygının tüm vücuduna yansıdığını görebiliyordum. "Kitaplığınıza bayıldım." dedim. Raflarda kitaplar arasındaki bakırdan yapılmış küçük ibrik, gümüş kaplamalı minyatür takunya, eski küçük bir radyo, kitaplığın ürerindeki çini üzerine yapılmış Atatürk resmi ve İzmir saat kulesi minyatürü kitaplığın bir bölümünde ise Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal’in camlı çerçevedeki resimleri dikkatimi çekiyordu.

Benim de ilk kütüphane anım Susurluk’ta bir kolejimizde Z kütüphanesi açılışı için Smirna Kalemleri olarak şair ve yazar arkadaşlarımızın davet edildiği, bizlere kitaplarımızı imzalama fırsatının verildiği anılarım geldi aklıma. Selim beyin kitap okuma alışkanlığımız babamdan geliyor demesiyle, Selim beyden müsaade isteyerek arabama gittim. 

Dört ayrı kitabımdan birer adet alarak döndüm. Osman dedeye, Selim beye ve kızlarına birer adet imzalayarak hediye ettim.

Çok mutlu olmuşlardı. Kalkmadan Selim beyin kahve ısrarını kıramayıp kahvelerimizi yudumlarken, küçük kızımız ismimi öğrenince telefonundan internete girerek Türk Sanat Müziğinde bestelenmiş bir şarkımı “Öksüz Aşklar” dinlerken gözlerinin içi gülüyordu. Bana bakarak, "Bu sizin mi?" diye sordu. Evet güftesi bana ait dedim. Çok beğenmişlerdi. Bambaşka bir ruh haline girmiştim. 

Mekândan ayrılırken üçünün de bizi arabaya kadar gelerek yolcu etmeleri muhteşemdi. Güzel bir gündü.

Arabamı çalıştırıp hareket etmeden önce açık camdan,  "Hoşça kalın." derken, “Dönüşte mutlaka bekliyoruz hocam” diyorlardı. 

Arabanın radyosunu açtım. Çalan tüm şarkılara eşlik ederek yolumuza koyulduk…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi