DAHA YAZACAK HİKAYEM VAR
Gün, ilkbaharın serin rüzgarlarıyla uyandığında, yine her zamanki yerimde, kapımın önünde oturuyordum. Beyazlaşmış saçlarım, artık daha iyi görebilmemi sağlayan yakın gözlüğümle. Her şeyimi paylaştığım titrek kalemi tutuyorum ellerimde. Dizlerimde tuttuğum beyaz kağıt, yılların birikimini saklıyordu sayfa sayfa. Her bir sayfa, hayatımın küçük parçalarını, günlük anılarımı ve düşüncelerimi içeriyordu.
Her sabah, kahvemi içtikten sonra, kapımın önündeki bu sandalyeye oturur ve yazmaya başlardım. Benim için yazmak, bir terapi gibiydi; yaşadıklarımı, hissettiklerimi ve düşündüklerimi kağıda dökmek, ruhumu hafifletiyordu. Belki de bir gün, bu kağıtlar bir araya getirilip, hayatımı anlatan bir roman olacaktı.
Elimde tuttuğum eski kalemle, dikkatle satırlara kelimeleri sıralıyordum. Kalemin kağıt üzerindeki hışırtısı, sessizliğin içindeki tek sesti. Her bir harf, her bir kelime, kağıda döküldükçe sanki hayatımın izlerini bırakıyordum. Kalemim, zamanın üzerinde kayarken, her satırda geçmişin gölgeleri beliriyordu. Gözlerimde geçmişin izleri vardı, her yazdığım kelimeyle birlikte hatıralar canlanıyordu.
Artık yolun sonuna doğru yürüdüğümü biliyordum. Ardımda bıraktığım anılar belki bir gün okunacaktı. İlkbahar kokan bu bahçede dalıp dalıp gidiyordum geçmişe. Yazarken bazen gözyaşı döküyor, bazen gülümsüyordum. Çünkü özlüyordum, özlüyordum ama artık neyi özlediğimi bilmiyordum. Nedensiz ve kimsesiz bir özleyişti bu.
Arada dinleniyor, hüzünler bastırmadan kendime bir çay yapıyordum, sonra da eski pikabımı çalıştırıp bir Zeki Müren şarkısı dinliyordum; “Bilirim susmayacak kalb-i viranımdaki kuş.”
Kalemim yüreğinde ki kuş olmuş, şarkıdaki gibi susmuyordu. Kalbimin katibi olmuştu.
Her şey eskiyor, mevsimler değişiyordu, fakat bahçedeki çiçekler hep tazeleniyordu. Öylesine güzeldi saflığı ilkbaharın, belki de koskoca bir hayatı fısıldıyordu kulağına yaprağın. İşte bu tazelik bana da güç ve umut veriyordu.
Gözlerim uzaklara dalarken, elimdeki kalem duraksadı. Düşüncelerim geçmişte, gençlik yıllarımın tatlı anılarında dolaşıyordu. Derin bir nefes aldım ve tekrar yazmaya koyuldum. Bu küçük ritüel, her günümü anlamlı kılıyordu. Kalemim, kağıt üzerinde izler bırakmaya devam ederken, hayatımın her anını yeniden yaşıyor gibiydim.
Bir anda, içerden yaşlı bir erkek sesi geldi: "Anneciğim, acıktım."
Çok sevgili eşimin sesiydi bu. Alzheimer hastalığı onu benden alıp götürmeye çalışsa da, arada; "anne" diyerek seslenir, bazen de; “sevgilim" der.
“Sevgilim” dediği anı kaçırmaz, eskilerden kalma taze bir öpücüğü konduruveririm yanağına.
Gülümseyerek ağır ağır doğruldum yerimden. "Olsun, yanımda ya," diyerek içimden geçirdim. "Geldim, bir tanem," dedim genç bir kızın cıvıltısıyla.
Kalemi yavaşça masanın üzerine bıraktım. Başımı kaldırıp, bahçeye, çiçeklere ve dallarında şarkı söyleyen kuşlara baktım. Hayat, her şeye rağmen devam ediyordu. Belki de gerçekten, daha yazacak çok hikayem vardı. Her yeni güne bir mektup yazmaya devam edecektim. Ve bu düşünce, kalbime dolan yaz güneşi gibi içimi ısıtıyordu.