CASABLANCA
James Monroe… 1816 yılı seçimini kazanan, Amerika Birleşik Devletleri tarihinin beşinci başkanı…
Monroe, İspanya'ya karşı o yıllarda yapılan Latin Amerika devrimci hareketlerine aslında derinden sempati duyuyordu. Çünkü biliyordu ki Amerika Birleşik Devletleri, Fransız Devrimi sırasında ve sonrasında, cumhuriyetçi hükûmetler kurmak isteyen halkların özlemlerine olan sempatisini göstermekte başarısız olmuştu. Başkan Monroe, Washington yönetiminin o zamanki politikasını asla tekrar etmemesi gerektiğine inanıyordu ve bu nedenle Latin Amerika meselelerine askeri müdahalede bulunulmasını değil, yalnızca manevi destek sağlanmasını istiyordu.
Bu yüzden onun başkanlık dönemi, dış ilişkilerde de bir barış dönemi olurken, 1823 yılında yayımladığı bir başkanlık mesajıyla, ABD'nin Avrupa sorunlarının dışında kalması ve Amerika'nın da Avrupa'dan gelebilecek etkilere kapatılması ilkelerini ortaya koymuştu;
1- Elde ettikleri ve sürdürdükleri özgür ve bağımsız durumları ile Amerika Kıtaları, bundan böyle Avrupa devletlerinden herhangi birinin kolonileştirme isteklerine konu olamaz. (Anti-koloniyalizm)
2- Kutsal İttifak Devletleri’nin siyâsâl sistemi, Amerika’nınkinden tamamen farklıdır. Kendi sistemlerini bu yarım kürenin herhangi bir yerinde yaymak için yapacakları herhangi bir girişimi barış ve güvenliğimiz için tehlikeli görürüz.
3- Avrupa ülkelerinin herhangi birinin mevcut kolonilerine ya da ona tabi olan bölgelere hiç müdahale etmedik ve etmeyeceğiz. (Çünkü o sıralarda Güney Amerika’daki İspanyol kolonilerinde bağımsızlık isyanları olmaktaydı ve Avrupa büyük devletlerinden oluşan Kutsal İttifak (Sainte Alliance)’nin buralara müdahale ile koloniyalist çıkarlara hizmet için karışması istenmiyordu)
4- Avrupa devletlerinin kendilerini ilgilendiren sorunlar yüzünden yaptıkları savaşlarda hiçbir zaman taraf tutmadık ve böyle bir davranış siyasetimize de uymaz.
Bu ilkeler, “Monroe Doktrini” olarak Amerikan Siyaset Tarihi’ne adını yazdırdı.
Ancak bu doktrin uzun ömürlü olmayacaktı. Yıllar savaşlarla geçecek ve Amerikan Birleşik Devletleri de bu savaşlara bir şekilde taraf olacaktı.
Yirminci yüzyılın hemen başındaki Birinci Dünya Savaş'ından sonra Almanya, İtalya ve İspanya gibi devletlerde diktatör rejimler ön plana çıktı. Bu devletler Japonya'yı da kendi bloklarına alarak İkinci Dünya Savaşı'nı başlattılar. Amerika Birleşik Devletleri ise, politik açıdan ilk başlarda yine ısrarla Monroe Doktrin'ini benimseyerek savaştan uzak durmaya çalışmış olsa da bu izole politikası uzun ömürlü olmayacaktı.
Amerika Birleşik Devletleri, Japonya'nın, Mançurya işgalini kendine tehdit görerek Japonya'yı baskı altında tuttu. Japonya, bu duruma karşılık 7 Aralık 1941 tarihinde Pearl Harbor baskınıyla, Amerika Birleşik Devletleri'nin Hawaii Adaları’nı bombaladı. Bu baskın, Amerika Birleşik Devletleri'nin tarafsızlığını bozarak, Müttefiklerin yanında savaşa girmesine neden oldu.
Tam da o yıllarda dünyada bunlar olurken, Avusturya-Macaristan İmparartorluğu’nda doğmuş, akabinde ırkçılık ve savaş yüzünden Amerika’ya göç etmiş biri olan yönetmen Michael Curtiz, 1942 yılında, Dünya Sinema Tarihi’ne adını altın harflerle yazdıracak bir film çekti; Casablanca (Kazablanka)…
Konusu, Kazablanka şehrinin egzotik atmosferi, muhteşem oyuncu kadrosu, unutulmaz replikleri ve Max Steiner’in bestelediği ve film boyunca karşımıza çıkan “As the time goes by” şarkısıyla Hollywood’dan çıkan en önemli filmlerden biridir Kazablanka...
İkinci Dünya Savaşı yaklaşmaktaydı. Avrupa’nın göbeğinde, Paris’teki korku dolu gözler, Amerika kıtasındaki özgürlüklere çevrilmişti. Ama kolay değildi Amerika’ya gitmek. Lizbon, Amerika’ya gitmek için bir hareket noktası olduğu için ilk önce oraya ulaşmak gerekiyordu ki, bu da o kadar kolay değildi. Paris’ten, önce Marsilya’ya, oradan deniz yoluyla Akdeniz’i geçerek Oran’a, sonra da trenle, arabayla veya yaya olarak Lizbon’dan önceki son durak olan Fas’ın Kazablanca şehrine gitmek gerekiyordu. Ancak sıkıntılar burada da bitmiyordu. Lizbon vizesi için paralı ya da şanslı olmak gerekiyordu. Bunu başarabilen sınırlı sayıda insan, “Yeni Dünya”ya; “Merhaba” derken, diğerleri Kazablanka’da ne kadar bekleyeceklerini ve başlarına ne geleceğini bilmeden bekliyorlardı.
İşte bu bekleyenler arasında öyle biri vardı ki, o an orada bulunan başka hiç kimsenin sahip olamayacağı bir çevreye ve saygınlığa sahipti. Bu adam, filmin erkek başrol oyuncusu Amerikalı aktör Humphrey Bogart’ın canlandırdığı Rick Blaine idi…
Tahmin edeceğiniz üzere, oldukça yakışıklı ve karizmatik biriydi. Rick Blaine, tüm gününü geçirdiği “Rick’s Cafe Americain” adında bir kafe/bar/kumarhane işletiyordu. Rick’in işletmesine her türden, her politik görüşten insan gelirdi ancak o hiçbir zaman geçmişini konuşmayan, kimse için kendini riske atmayan ve özellikle de politik konularda tamamen tarafsız kalan biriydi ta ki bir akşam, eskiden tanıdığı ama geçmişini fazla bilmediği bir kadın, yanında bir adamla birlikte Rick’s Cafe Amercain’den içeri girinceye kadar.
- As the time goes by parçasını çal Sam!
The world will always welcome the lovers, as the time goes by…
(Zaman geçtikçe, dünya aşıkları her zaman hoş karşılayacaktır.)
Bu kadın, filmin kadın başrol oyuncusu İsveç’in dünyaca ünlü aktristi Ingrid Bergman’ın canlandırdığı Ilsa Lund idi… Ilsa ve Rick, Paris Almanlar tarafından işgal edilmeden önceki aylarda yaşadıkları aşkın doruk noktasıyken Paris’ten birlikte kaçmayı kararlaştırmıştılar ancak son gün Ilsa fazla bir şey söylemeyen bir notla Rick’i kaçış yolculuğunda yalnız bırakmıştı.
Ilsa Lund’un Kazablanka’ya birlikte geldiği adam ise filmin yardımcı erkek oyuncusu Avusturya-Amerikalı aktör Paul Henreid’in canlandırdığı Victor Lazslo idi… Bu adam, tüm Avrupa’da fikirleri ve örgütsel faaliyetleriyle nam salmış, cesur biriydi. Nazi toplama kampından kaçmayı başarabilmiş bir firariydi… Ve de Ilsa Lund’un kocasıydı.
O yıllarda Kazablanka Fransa’nın kontrolü altındaydı ve filmde Fransız Hükümeti tarafından görevlendirilmiş olmasına rağmen rengini fazla belli etmeyen, Kazablanka’daki asayişi sağlamakla görevli, “Kaptan” lakabıyla çağrılan Louis Renault ve yakın zamanda öldürülen iki Alman kuryenin taşıdığı ve ortadan kaybolan evrakları aramak için Almanya’dan gelen Nazi Subayı Binbaşı Strasser olmak üzere, filmde öne çıkan iki yardımcı karakter de var.
Nazi Subayının aradığı gizli belgeler tabii ki de Rick’in elinde ama o bu belgeleri ortaya çıkarmaya hiç niyetli değil. Ancak, bu belgeler Ilsa ve Victor’un Kazablanka’dan kaçmasını sağlayacağından Ilsa ve kocası Victor için de çok önemli. Hatta Ilsa, kocası ve kendisine yardım etmesi için eski sevgilisi Rick’e yalvaracak ve hatta onu silahla tehdit bile ediyor.
Ve filmin sonunda, Rick Blaine tarafsızlığını bozarak, bu belgeleri sevdiği kadını ve kocasını Lizbon’a göndermek için kullanıyor.
- Bir daha çal Sam!
The world will always welcome the lovers, as the time goes by…
(Zaman geçtikçe, dünya aşıkları her zaman hoş karşılayacaktır.)
Bu Sam de kim diyecek olursanız, Sam “As the time goes by” şarkısını oldukça güzel yorumlayan bir piyanist. Sıradan biri değil. O, Paris yıllarında Rick ve Ilsa’nın aşklarının şahidi bu parçayı onlar için defalarca çalmış bir piyanist ve Rick ile birlikte Paris’ten kaçanlardan…
Kazablanka bir aşk filmi gibi gözükse de, birçok siyasi sembolle donatılmış ve İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan tam bir savaş filmi başyapıtı…
Henüz daha ilk sahne; polisin yaptığı arama sırasında bir kişinin evraklarının süresinin dolduğunu tespit etmesi ve ardından başlayan kovalamacanın, Almanya’nın Fransa’yı işgali sırasında kurulan Vichy Fransa’sının hükümet başkanı Mareşal Philippe Petain’in posteri önünde, kaçağın polis tarafından vurulması ile başlıyor.
Polis öldürdüğü kaçağın yanına gelip avucunu açtığında, ölen kişinin elindeki kağıtta General De Gaulle’ün Londra’da kurmuş olduğu direniş örgütünün simgesi olan Lorraine Haçı’na odaklanan kamera, filmin Nazizm’e olan tepkisini açıkça gözler önüne sererek başlıyor.
Film, bugünkü Fas’ın Kazablanka şehrinde geçiyor. 12. yüzyılda Berberilerin “Anfa” dedikleri küçük bir köy olan bugünkü Kazablanka, 15. yüzyılda Portekizlilerin yerleşim yeri olan bir şehir haline gelerek, ilk önce Portekizce “Beyaz Saray” anlamına gelen “Casa Branca” adını almış.
1755 yılında bölgede büyük bir deprem olunca boşaltılan bu şehir, Fas Sultanı Sidi Muhammed bin Abdullah tarafından 18. yüzyılda tekrar kurulunca, çok sayıda Avrupalı ve İspanyol tüccarların şehre yerleşmesiyle bugünkü Kazablanka adını almış, ardından 1907 yılında Fransızların işgaline uğramış ve 1956 yılında da bağımsızlığını tekrar geri kazanmış.
Bu şehrin adının, Portekizce “Beyaz Saray” anlamına gelen “Casa Branca”dan “Casablanca (Kazablanka)”ya giden etimolojik yolculuğu ile Michael Curtiz’in 1942 yılında bu şehirde çektiği filme “Kazablanka” adını vermesi yakından ilişkili.
Bilindiği üzere “Beyaz Saray”, Amerika Birleşik Devletleri başkanları’nın Washington DC’de bulunan resmi ikâmetgahının ismi aynı zamanda. Beyaz Saray Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez 1817 yılında Amerika Birleşik Devletleri beşinci başkanı olan ve “Monroe Doktrini”ni ortaya koyan James Monroe tarafından kullanılmaya başlanmış…
Nitekim filmin hemen başında Rick’s Cafe Americain”i görüyoruz ve Avrupa ve Amerika’dan bağımsız ama adının etimolojik kökeninde “Beyaz Saray” olan bir şehirde işlettiği kafe/bar/kumarhanesi ile tamamen apolitik bir görünüm sergileyen Rick Blaine’i tanıyoruz.
Rick’in filmin önemli sekanslarında kullandığı dikkat çekici bir replik var;
“Kimse için kendimi riske atmam”
Ancak şunu da belirtmeliyim ki, Rick bu apolitik tavrını bir anda oluşturmamış. Geçmişinde, Habeşistan ve İspanya’daki direnişçilere önemli seviyede yardım etmiş biri. Paris’ten kaçarken Avrupalı sevgilisi Ilsa’dan darbe yedikten sonra kendini dünyanın kirli politik düzeninden izole etmeye başlamış.
Dikkatinizi çekmeye başlamıştır sanırım. Bir tarafta Kazablanka ve Rick, diğer tarafta Amerika Birleşik Devletleri’nin Beyaz Saray’ı ve Monroe Doktrin’i.
I. Dünya Savaşı’nda Fransa’nın da yer aldığı İtilaf Devletleri’ne taraf olarak Almanya’nın da yer aldığı İttifak Devletleri’ne karşı savaşa katılarak Başkan Monroe’nin doktrinini terk eden Amerika Birleşik Devletleri, nedense II.Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında tekrar Monroe Doktrini’ne dönerek Almanya’nın Fransa’yı işgaline sessiz kalmıştı, ta ki 1941 yılındaki Pearl Harbour baskınına kadar.
Almanya’nın Paris’i işgal edeceğinin anlaşıldığı ilk günlerde, bir odada Rick ve Ilsa’nın konuşmalarında geçen, Rick’in söylediği “Amerika şu an uyuyor” sözü manidar gelmedi mi size de?
Rick bir New Yorklu ve sağlık sebepleri ile Amerika Birleşik Devletleri’nden ayrıldığını ve bir daha ülkesine geri dönemeyeceğini söylüyor.
Sizce de Rick Blaine, kendi ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’ni temsil ediyor olabilir mi?
Bence öyle. Zaten işlettiği barı Rick’s Cafe Americain de, tıpkı ülkesi gibi her türden ve görüşten insanın toplandığı çok uluslu bir yer gibi değil mi zaten?
Ve Victor Lazslo…
Victor adının etimolojik kökeninde “zafer” var. Yani, isminden de anlaşılacağı üzere, özgür Fransa hayalleri kurarak, bu uğurda tehlikeli oluşumlar içine giren Victor, özgür Fransa’nın zaferini temsil ediyor. Rick’s Cafe Americain’de bir akşam, Nazi Subayları Nazi SS Marşı’nı söylerken, Victor’un Marseille Marşı’nı söylemeye başlaması ve Rick’in de orkestradan Victor’a eşlik etmesini istemesi oldukça dikkat çekici bir sekans filmin içinde yer alan.
- Bir daha çal Sam!
The world will always welcome the lovers, as the time goes by…
(Zaman geçtikçe, dünya aşıkları her zaman hoş karşılayacaktır.)
Ilsa Lund ise, umutsuz bir anında Amerika Birleşik Devletleri yani Rick ile yakın ilişkiler içine girmiş olsa da, aslında hayallerinden ve Victor’dan yani “zafer” beklentisinden kopamayan Avrupa’nın ta kendisi.
Filmin vermek istediği mesaj ise, tabii ki Amerika Birleşik Devletleri’ne…
Avrupa”nın Amerika Birleşik Devletleri’nden bağımsız olarak, kendi inançlarıyla var olması gerekiyor. Bu ise ancak Amerika’nın özgür Fransa yararına savaşa dahil olması, yani Rick’in elindeki evrakları Ilsa ve Victor’ın kaçışı için kullanmasıyla mümkün olacaktı. Ve öyle de oluyor zaten.
Tüm bu olaylara şahit olan dönemin Vichy Hükümeti tarafından görevlendirilmiş olan Kaftan Louis Renault, Rick’in davranışından etkilenerek elindeki “Vichy Water” şişeni çöpe atacak ve gözünün önünde Nazi Subayı Binbaşı Strasser’i öldüren Rick’i bu cinayetten kurtaracak ve aralarında bir arkadaşlık başlayacaktı. Özgür Fransa ile ırkçılık karşıtı Amerika Birleşik Devletlerinin dostluğu…
Özgür Fransa Hareketi’nin Amerika’ya olan teşekkürü ise, Victor’un son sekansta Rick’e söylediği “Savaşa hoş geldin. Bu kez bizim taraf kazanacak” cümlesiyle vurgulanıyordu.
Ilsa, Victor ve Rick aşk üçgeni mi ne oldu? Olması gerektiği gibi, Ilsa ve Victor’un bindiği uçak Lizbon’a doğru havalandı belki ama Paris, her zaman Ilsa ve Rick’in olarak kalacaktı…
- Bir daha çal Sam!
The world will always welcome the lovers, as the time goes by…
(Zaman geçtikçe, dünya aşıkları her zaman hoş karşılayacaktır.)
Kazablanka, gerçekten de unutulmaz bir aşk filmi… Filmin içinde “Bir daha çal Sam” repliği olmamasına rağmen, bu replik filmle birlikte yaygınlaşmış bir replik. Filmi izledikçe “Bir daha çal Sam” diyesiniz geliyor.
Kazablanka gerçekten unutulmaz bir savaş filmi… 26 Kasım 1942’deki filmin ilk gösteriminden sadece birkaç gün sonra, Amerika Birleşik Devletleri kuvvetleri, Kuzey Afrika’da savaşın gidişatını değiştirmeye yardımcı olan bir dizi müttefik çıkarma olan; “Meşale Operasyonu” sırasında Kazablanka’yı Vichy kontrolünden aldı.
Film müttefik kuvvetlere, Batı Avrupa’yı kurtarmak için bir sıçrama tahtası haline gelen Kuzey Afrika’nın kontrolünü ele geçirdiklerinde bir propaganda desteği sağladı.
Victor ve Ilsa mutlu olmuşlardır şüphesiz, Rick de öyle…
- Haydi çal çal, durma çal! Bir daha çal Sam!
The world will always welcome the lovers, as the time goes by…
(Zaman geçtikçe, dünya aşıkları her zaman hoş karşılayacaktır.)