BİR ADIMDA SEN
İyi ki bu masaya oturdum. Kapı, karşımda ve pencereden de dışarıyı görebiliyorum. Geldiğinde arayıp durmasın. Görür görmez koşarım yanına. Allah'tan kalabalık değil, hafta sonları kesinlikle dolup taşıyordur burası.
Pencerenin ardından uzanan manzaraya bakarken içimden onunla paylaşacağım anları hayal ediyordum.
Masamın önü alabildiğine açık; yemyeşil bir yamacın ardından aşağıya doğru süzülerek uzanan boğazın maviliği ve ara ara arkasında ince bir iz bırakarak yavaşça kıpırdayan beyaz bir vapur.
Ağaç dalları rüzgârla nazikçe salınıyor ve kuşlar yukarıda telaş etmeden süzülüyor. Ama ne manzara ne kuşlar ne de vapurun izleri beni rahatlatmıyor, kalbim hızla atıyordu. Sanki buraya geliş sebebim, tüm bunların arasındaki o tek kişiyi beklemekti.
Bugün sıradan bir gün değildi, olamazdı. Sabah erkenden kalkıp hazırlandım. Onun karşısında kendimi iyi hissetmek istiyordum.
Dolabımdan en sevdiğim gömleği seçtim, özenle ütüledim. Takım elbisemi giyerken elim biraz titredi. Her ayrıntıya dikkat ettim. Tıraşımı oldum, saçımı taradım. Onun en sevdiği kokuyu sıktım. "Bu kokuyu nerede koklasam bana seni getiriyor" dediği anlar zihnimde dolanırken bir gülümseme aldı beni.
Biraz kaygılıydım. Beklemek, ne de olsa sevinçle endişenin birbirine karıştığı bir hâl.
Etrafa göz gezdirdim. Yan masadaki orta yaşlı adamın gözleri, yanındaki boş sandalyede asılı kalmış gibiydi. Önünde duran fincandaki çayı artık soğumuş olmalıydı. Kaşığı, tabağın kenarına öylesine bırakılmış ama adam hâlâ bekliyordu.
İki masa ötede genç bir kadın sık sık telefonuna bakıyordu. Ekrana gelen bir mesajla yüzüne beliren buruk bir gülümseme her şeyi anlatıyordu.
Bu bekleyen insanların hüzünlü hâli içimde bir korku uyandırdı. Ya o da gelmezse ya bir aksilik olursa! Boğazım düğümlendi ama hemen kendimi toparlayıp başımı pencereye çevirdim. Ve işte geliyordu.
Güneş onun gelişini selamlıyordu sanki. Pastel tonlarda uçuşan elbisesi, rüzgârla nazik bir uyum içindeydi. Saçları, bal rengi dalgalarla omuzlarına düşüyor, her adımında hafifçe sallanıyordu. Zarafeti her hareketine işlemişti. Ayakkabılarının topuklarından gelen ince hafif ses bile ayrı bir melodi gibiydi. Gözlerim yüzündeki o sıcak, samimi gülümsemeye takılı kaldı. Beni bir kez daha büyülemişti.
Ayağa kalktım, elim istemsizce ceketimin düğmesine gitti. Kapıya doğru birkaç hızlı ama temkinli adımla yaklaştım. Onunla göz göze geldiğimde içimdeki tüm endişeler silindi. "İşte benim her şeyim." diye düşündüm. O, kollarımı açmamı beklemeden boynuma sarıldı. Saçlarının güle benzeyen kokusu ciğerlerimi doldurdu. Kalbim sanki onun ritmine uyum sağlamak için çarpıyordu.
"Geç kaldım sanırım" dedi biraz mahcup bir şekilde.
"Sen geç kaldığında bile tam zamanında gelirsin." diye fısıldadım.
El ele masaya doğru yürüdük. Masaya oturmasıyla varlığı, boğaz manzarasını daha bir güzelleştirdi, hava daha da ferahlamış oldu. Onun olduğu bir masada, dünyadaki her şey sadece arka planda kalırdı.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz