BAYRAK ŞAİRİ ARİF NİHAT ASYA
Arif Nihat Asya, "Bayrak" şiirini 5 Ocak 1940 tarihinde, Adana'nın düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümünde yazmıştır. O dönemde Arif Nihat Asya, Adana Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydi. Bayrak şiirini, 5 Ocak sabahı tören konuşmasına hazırlık yaparken, sabaha karşı bir lambanın ışığında, duygusal bir coşkuyla yazdığı bilinir.
Şiir, Türk milletinin bağımsızlık ve vatan sevgisini simgeleyen bayrağa duyulan derin saygı ve sevgiyi yüceltir. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşı ruhunu ve milli duyguları diri tutmayı hedefler. Bayrak şiiri, o günden sonra milli bir simgeye dönüşmüş ve Arif Nihat Asya’ya “Bayrak Şairi” ünvanını kazandırmıştır.
Bir toplum şairlerini tanımıyorsa aslında kendisini tanımıyordur. O şairler ki şiirlerinde kendi dertlerini değil, toplumun dertlerini dile getirirler. Bazen bir kelime bile onların yüreklerinde kor olur. Öyle zamanlar olur ki bir kelimeyi yerleştirmek yılları alabilir. Sadece bu hasletleri için bile şairleri tanımamız boynumuzun borcudur.
Yüzyıllardır şairler kervan kervan geldiler ve geçtiler. Gerçek şairler arkalarında hep hoş bir seda ve anı bıraktılar, öyle gittiler. Kimi şairlerin yazdığı bazı şiirler, şairin isminin önüne geçmiştir. Şiirin adı söylendiğinde hemen şairin adı hatırlanır. Kimilerine milli şair, kimilerine vatan şairi, kimilerine de bayrak şairi denildi. Şairlerin bu kimlikleri bir bakıma onları ölümsüz kılar. Şiirleriyle ölümsüzlüğü hak edenlerden biri de bayrak şairi Arif Nihat Asya’dır. Bayrak şiirini 1940 yılının 5 Ocak günü hediye eden şairimiz, ne yazık ki, 1975’in Ocak ayının 5’inde hayata veda etmiştir.
Arif Nihat Asya 7 Şubat 1904’te Çatalca’da dünyaya gelir. Doğumuyla birlikte acılarla tanışır. Arif Nihat Asya daha bebekken babası Ziver Efendi, askerde veba hastalığından vefat eder. Annesi Fatma Hanım genç yaşta dul kalır. Arif Nihat, babasının ölümünden sonra dedesinin himayesinde kalır. Fatma Hanım, oğlu üç yaşına gelinceye kadar kayınpederinin evinde kaldıktan sonra Osmanlı ordusunda görevli Filistinli bir subay olan Abdülrezzak Efendi ile evlenir. Aile bir yıl kadar İstanbul’da kalır. Bir yıl sonra yeni doğan çocuklarıyla birlikte Arif Nihat’ı da alarak Filistin’e gitmek isterler. Kayınpeder İbrahim Efendi Arif Nihat’ı vermez. Fatma Hanım çok üzülür; bu üzüntü sebebiyle meydana gelen süt zehirlenmesi sonucunda kucağındaki bebek ölür.
Böylece ilk çocuğu Arif Nihat’ı İnceğiz Köyü’nde bırakıp ikincisini de Mersin’de toprağa veren Fatma Hanım, eşiyle birlikte yüreği acılar içinde Filistin’e gider. Arif Nihat Asya dört yaşına gelmiş İnceğiz köy mektebine başlamıştı. Kısa zaman içinde babaannesi de vefat eder ve Arif Nihat’ın göçebe hayatı başlar.
Aradan yıllar geçmiş ve dört yaşındayken ayrıldığı annesini kırk üç senedir görmemiştir. Yıl 1947’dir. Arif Nihat’ın sağ olup olmadığını bile kesin olarak bilmediği annesi Fatma Hanım, Dışişleri Bakanlığı'na başvurarak oğlunun bulunmasını ister.
Karşılıklı yazışmalar sonucu Arif Nihat, eşi Servet ve kızı Fırat ile o tarihte İngiliz mandası altındaki Filistin’e, Akka’ya giderler. Annesini bulur. Anne yarı felçlidir. Ferit ve Seniye adlı iki çocuğu vardır; aile bütün Filistinliler gibi Yahudi tehditlerinden, baskısından tedirgindir. Şairimizin eşi Servet Asya, Arif Nihat ile annesinin kavuşmasını şöyle anlatmaktadır:
“Biraz sonra çiçekler kadar temiz ve nur yüzlü bir kadın, sürünerek çıkageldi. Zavallı kadın Akka’da felç olmuştur. Arif âdeta dondu kaldı. Anne sessiz sedasız ama uzun uzun ağladı. Ne Arif annesine sitemde bulundu ne de annesi Arif’e kendisini mazur göstermeye çalıştı. Her şey ortadaydı.” Arif Nihat on iki gün süren Filistin seyahatinden sonra döner. Bir yıl sonra da Yahudilerin Akka’yı zaptı üzerine ( 1948) Fatma Hanım ve Abdülrezzak Efendi Adana’ya gelirler.
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü...
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım...
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım!
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... Gölgende bana da bana da yer ver!
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar
Yurda ay-yıldızının ışığı yeter!
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen,
Nereye dikilmek istersen
Söyle, Seni oraya dikeyim!
***
Kaynak:
1975 baskısı Edebiyat ve Dil Dergisi'nden yararlanılmıştır.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz