ANI
Giriş Tarihi : 21-08-2024 01:08

Akraba / Alparslan Aygül

Yazan: Alparslan Aygül -AKRABA

Akraba / Alparslan Aygül

AKRABA

Bazen eşimle yakın ve uzak akrabalardan konuşuruz. “Kim nerede, ne iş yapıyor, kiminle evli, kaç çocukları var?” şeklinde bilgi alışverişinde bulunuruz. Eşim, "amcamın kızı, amcamın oğlu, dayımın kızı-oğlu, halamın kızı-oğlu" diye bahsederken onu imrenerek dinlerim. Çünkü benim ne amcam, ne halam, ne de  teyzem oldu. İki tane dayım vardı. Mustafa ve Cemal…

Mustafa Dayı’mla arazi ve su anlaşmazlığı yüzünden yıllarca küslük yaşandığı için hiç irtibatımız yoktu. Cemal Dayı’mla da, irtibatımız yok denecek kadar azdı.

Mesela hanım, amcasının kızı Aynur Abla’yı çok sevdiğini, onu öz ablasından hiç ayırmadığını söyler. Aralarındaki yaş farkı az olduğundan ilişkileri çok samimidir. Aynur Abla hemşire okulundayken, eşim onun verdiği kitapları okuyarak geçirirmiş yaz tatilini… Sonunda onun gibi Sağlık Meslek Lisesi’ni okuyarak hemşire olmuş. Halen de sıcak ve samimi ilişkileri devam eder; bayramlarda, özel günlerde birbirlerini arar, hal hatır sorarlar. Ben de  onlara gıpta ederim.

İş ve özel hayatımda arkadaşlarımla konuşurken, hep bu şekilde amcam, dayım, kuzenlerim şeklinde bahsederler, ben de onları anlamaya çalışırdım. Babam tek erkek çocukmuş. Ablası evlenip dört çocuktan sonra genç yaşta vefat etmiş. Ben halamı hiç görmedim. Anam tarafından dedem ve ebemi hiç görmedim. Babam tarafından dedemi görmedim; babaannem ben on yaşımdayken vefat etti. Torununun yanında başka şehirde yaşadığı için onunla hiçbir anım olmadı.

Annem ise kendisi dahil üç kardeşlerdi ve iki ağabeyi vardı. Mustafa ve Cemal Dayı’larım… Dayılarımla aramızdaki yaş farkı çok fazlaydı. Bir de evlerimiz ayrı mahallelerde olduğu için, gelip gitme neredeyse hiç olmazdı. Ağabeylerim ve ablalarımın düğünlerinde Cemal Dayı’m gelir, güvey başı ve kız başı toplantılarına katılırdı. Dayımı evde görünce hem şaşırır, hem de sevinirdim. Bazen bağda, bahçede çalışırken dayım da eşeğiyle tarlasına, bahçesine giderken karşılaşırdık. Eşeğinden inmeden, “Nöörüyonuz bacıı? Sülman inişteee, selamünaleyküm, kolay gelsin, berekatli olsuuun” derdi. Bu selamlaşmaları hoşuma gider ve akraba olduğumuzu hissederdim. Ancak bu tarz ilişkilerin zayıflığından dolayı onları hep yabancı hissettim. Dayımın çocukları da yaşça benden büyüktüler ve onlarla da diyaloğumuz neredeyse yok denecek kadar azdı.

İsterdim ki, benim de yaşıtım kuzenlerim olsun. Onlarla gezmek, oynamak, yazıya yabana gitmek, koyun-kuzu gütmek, dertleşmek, gülüp oynamak isterdim. Yine herkes gibi benim de “dedeciğim, neneciğim” diyebileceğim dedelerim, nenelerim olsaydı..

Onların ellerini öpmek, kucaklarına yatıp başımın okşanmasını ve azıcık şımarmayı isterdim. Ama bunlar hiç olmadı. Bu güzel duygulardan hep mahrum kaldım.

Büyük dayım Mustafa, küçüğü Cemal ve annem… Bu üç kardeş, dedemin dereden çıkardığı su ile baba toprağını ekip dikerlermiş. Dedem ve nenem ölünce mirası paylaşmışlar ve herkes kendi tarlasını, bahçesini eker diker olmuş. Üç kardeşin tarlaları birbirine komşu idi. Herkes tarlasının dereye yakın kısmında dedemin suyu haricinde su çıkartarak nevalelerini sularlardı. Ancak, ne zaman ki anam babasının suyundan hak istedi, işte o zaman küslük, düşmanlık başladı. Dedemin suyunu iki kardeş aralarında taksim etmişlerdi. Kız kardeşlerinin sudan hak isteyeceğini hiç düşünmemişlerdi.

Babamın tarlası da aynı yerde; Mustafa dayımın tarlasının karşı yamacında idi. Arada dere vardı. Dere, çayır ve çimenlik olduğu için koyun, kuzu, eşek hep burada yayılırdı. Babam, tarlasının dereye yakın kısmına 80-100 kadar elma fidesi dikti. Bu fidanların sulanması için bahsettiğim ortak sudan, dedemin çıkardığı sudan hak almak gerekiyordu. 1970 ve 80’li yıllarda kar-yağmur çok yağdığı için dereler suyla dolar, yaz-kış suyumuz hep akar, gölün suyu şafaktan (bentten) aşardı. Anam ağabeylerinden baba hakkı olan sudan pay isteyince, Cemal Dayı’m razı olmuş; ancak Mustafa Dayı’m; “Olmaz da olmaz” diyor; Nuh diyor, peygamber demiyordu.

Anam yeni dikilen elma ağaçlarının susuzluğuna dayanamamış ve Mustafa Dayı’ma son kez yalvarmış, ancak nafile... Bir gün dayım göldeki suyu bırakmış ve su arkını takiben kendi bahçesine gidiyormuş. Bakmış ki, anam arkın içine gevere (suyun yönünün değiştiği yere) oturmuş ve suyun yönünü elma bahçemize çevirmiş. Bunu gören Mustafa Dayı’m sinirden köpürmüş ve elindeki kürekle anama keskenmiş. “Kalk şurdan kalk! Başımın belası, kalk düşman!”deyince anam kalkmamış.

Dayım “Şu kürekle vurdum mu öldürürüm seni! Kalk diyorum sana!” dese de anam ölümü göze alarak inat etmiş ve kalkmamış. Anam, “Ben senden bir şey istemiyorum. Babamın suyundan hak istiyorum” deyince, dayım su taksimatı konusunda istemeyerek de olsa razı olmuş ve gün taksimi yapılmış.

Haftanın ilk üç günü Mustafa Dayı’m, sonraki iki günü babam ve son iki günü de Cemal Dayı’m olmak üzere herkesin bahçe büyüklüğüne göre gölün suyu taksim edilmişti. İlk zamanlar herkes sırasına riayet edip bahçesini suluyordu. Arada bir Mustafa Dayı’m sırayı bozsa da, ufak tefek didişmelerle sorun çözülüyor veya çözülüyormuş gibi yapılıyordu.

Mustafa Dayı’mın oğlu Refik Ağabey Almanya'da çalışıyordu. Birkaç yıl sonra babamın karşı yamaçtaki tarlasına bitişik olan başka bir tarlayı satın almıştı. Bu tarlanın ortasında patika bir yol vardı. O civarda mülkü olanlar bu patikayı kullanarak mülklerine ulaşırlardı. Tarla uzun zamandır sürülüp herk edilmediği için hozandı. Sonunda Refik Ağabey bu tarlayı sürdürünce patika yol da ortadan kalkmış oldu. Babam ve Cemal Dayı’m ve bu yolu kullanan birkaç köylü bu duruma itiraz etseler de sonuç alamadılar. Sonunda Cemal Dayı’mla babam bir olup "yolumuzu elimizden aldı" diye Refik Ağabey’i dava ettiler. Gülşehir Adliyesi’nden önce keşif heyeti geldi. Tarafları ve köyün yaşlılarını (Atıf Dayı ve Kamber Dayı) dinleyip raporlarını tutarak gittiler.

Ancak ben daha 8-9 yaşlarımda babamın, annemin yüzlerindeki o tedirgin ifadeyi çok iyi görüyor ve keşif kelimesinden, mahkemeden, hâkimden, jandarmadan onların bu şekil söylemlerinden korkuyordum. Korkulan da olmuştu zaten…

Keşif heyetinin tarladan ayrılmasından sonra Cemal Dayı’m ortak göle doğru gidiyormuş. Mustafa Dayı’m da ardından koşarak yetişmiş. Cemal Dayı’mla önce ağız dalaşına, sonra da kavgaya başlamışlar. Bağrışmaları uzaktan duyan babam koşmuş ve yetişmiş. Bir de ne görsün; Mustafa Dayı’m Cemal Dayı’mı yere yatırmış, elindeki bağ bıçağı ile “Düşman! Seni keseceğim!” deyip kardeşinin boğazına bıçağı dayamış. Bu esnada dudağını kesmiş. Cemal Dayı’m kanlar içinde kalmış ve babam zor da olsa kavgayı ayırmış. Ardından Refik Ağabey yetişmiş ve babasını alarak uzaklaşmışlar. Babam, dayımın dudağını mendiliyle pansuman yapmış ve o vaziyette köye gelip, doğruca Nevşehir’e hastaneye gitmişler ve dayım tedavi edilmiş. Bu olay üzerine Jandarma gelip Mustafa Dayı’mla gözaltına alarak Gülşehir’de nezarete koymuş. Ayrıca Cemal Dayı’m Ağabey’i hakkında şikayetçi ve davacı olmuştu. Dava aynı zamanda kamu davası olduğundan kolluk kuvvetleri re’sen işlem yapmışlar. İlk mahkemede Mustafa Dayı’mı hapse atmışlardı.

O gün bu olay evimizde ve komşularımız arasında hatta köyümüzde öyle yankılandı ki, herkes bu olayı konuşuyor ve "kardeş kardeşe bunu nasıl yapar?" deyip duruyorlardı. "Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal" misali bu olayda anam arada kalmıştı. Bir tarafta kocası, bir tarafta iki abisi vardı. Anam durmadan ağlıyor ve komşularımız anamı teskin ediyordu. Ben o gün çok korkmuştum. O küçük yaşımda yaşanan olayların psikolojisini iliklerime kadar hissetmiştim.

O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı zaten… Dayım bir yıl sonra hapisten çıkmış, bizi ve kardeşi Cemal’i düşman ilan etmişti. Ezkaza göl sırasında karşılaşmışsak, telaşlı bir şekilde mırıldanarak orayı terkederdi. Bayramlarda köy camisinde herkesle bayramlaşırken, bize elini vermezdi. Kardeşler arasındaki husumet uzun yıllar devam etti. Ben büyüyüp askere gidip gelmiştim.

Bir gün babamla bahse konu gölü sıra bizde olduğu için göyürmeye (suyu bırakmaya) gitmiştik. Vardık ki, Mustafa Dayı’m yine gölün başında ve suyu yeni bırakmış, bahçesini sulamaya doğru gidiyordu. Babam arkasından yetişti. “Yapma bunu artık abi, yıllardır sıraya riayet etmedin, bizi düşman ilan ettin. Yaptıkların yüzünden hapiste yattın. Kaç haftadır takip ediyorum özellikle benim sırama neden tecavüz ediyorsun?” dedi. Dayımın ters cevap vermesi üzerine babam üzerine yürüdü ve vurmaya yeltendi. Ben hemen araya girdim ve ikisini de ayırdım. “Baba yapma, uyma dayıma! Adamın ahı gitmiş, vahı kalmış zaten…” diyerek kavgaya engel oldum. Ertesi gün Mustafa Dayı’m komşulara şöyle demiş; “Yav, Sülman’ın oğlu babasıyla bir olsaydı beni döverler, istese öldürürlerdi. Ancak oğlanın maşallahı var; babasına mani oldu ve bizi ayırdı” demiş.

Ne yapmalıydım yani? Büyüklerin yıllar önce yaptığı hatayı şimdi fırsat elimize geçti, diye bizde mi yapmalıydık? Buna izin vermedim. 
Bu olaydan sonra bir bayram günü yine camide musafahalaşırken (el sıkışıp öperken) Mustafa dayım bilmeyerek de olsa gerek, bana elini öptürdü. Küslüğün bitmesi için dayımla bir şekilde anamı babamı barıştırmak istiyordum. Ağabeyim daha önce dayımla babamların barışması için çok uğraştı fakat olmadı. Başka bir bayram günü dayımın elini yine öptüm. Bu sefer kendimi tanıtınca tebessüm etti. Bunun üzerine onu eve davet ettim. “Yav yeğenim, nasıl olur bilmem ki” dediyse de ben ısrar ettim. Kırmadı ve benimle eve geldi. Anam-babam, dayımı evde görünce şaşırdılar. Kaş göz ederek “Ben getirdim” dedim. Dayım baş sedire oturdu ve kolonya döküp, şeker ikram ettim. Anam-babam gelip dayımla usulen bayramlaştılar. Anam yıllar sonra abisinin elini öperken ağlamıştı. O an öyle mutlu oldum ki, küsleri barıştırmak ne kadar güzel bir duyguymuş. Ben büyüklerimi barıştırdım ya, bu benim için dünya malına değmişti.

Bu olay üzerinden birkaç yıl sonra Mustafa dayım vefat etti. Ardından da Cemal Dayı’m… Ölmeden evvel iki kardeşin barıştıklarını duydum. Allah rahmet eyleye...

Keşke bunların hiç birisi olmasaydı… Keşke dayılarım hep bize gelselerdi… Başımı okşasalar ve ceplerinden şeker çıkarıp verselerdi bana… Akraba olduğumuzu hissettirselerdi... Ama bu hiç olmadı. Belki de böyle olmasında da hayır vardı kim bilir… 
Ben tüm bunların aksine, yeğenlerimle çok güzel vakit geçirdim. Onlarla aramızdaki yaş farkı azdı. Bu yüzden onları oynaştırdım, sırtımda taşıdım,  arkadaş oldum, kimi zaman el arabasına bindirip evin hayadında sürdüm. Kimi zaman bisikletimin arkasına bindirip köyde tur attık. Bazen de yazıya yabana giderken eşeğe birlikte bindik. Onlara saz çalıp türkü söyledim, sazım eşliğinde oynadılar. Onları hep sevdim. Her ne kadar istisnalar kaideyi bozmasa da, karşılığını da sevgi olarak aldım tabi…

Ne olur sevginizi ve merhametinizi ailenizden, çocuklardan esirgemeyin. Torunlarınızla, yeğenlerinizle, kuzenlerinizle bol vakit geçirip onları sevin, sevildiklerini hissettirin. Karşılığı mutlaka ama mutlaka size sevgi olarak dönecektir.

                       
Editör: Deniz İmre

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi