SİNEMA / TİYATRO
Giriş Tarihi : 20-05-2024 16:53

Yedi Samuray / Akira Kurosawa

Yazan: Serhan Poyraz -YEDİ SAMURAY / AKİRA KUROSAWA

Yedi Samuray / Akira Kurosawa

YEDİ SAMURAY / AKİRA KUROSAWA

- Biz, çiftçiyiz. Savaştan ne anlarız?
- Parayla samuray tutun.
- Ne?! Çiftçilerin samuray tuttuklarını nerede görülmüş?

Japon topraklarının çok az bir kısmının tarıma elverişli olması beraberinde toprak kavgalarını getirmiş ve toprak için savaşma Japon kültüründe önemli bir yer teşkil etmiştir. Toprak savaşları fiziksel gelişim ve mücadele yöntemlerini gerektirdiğinden, Samurayların gelişimi de bu olguya dayalıdır.

Samuraylar, 9.-12. yüzyıllar arasında savaşçı aristokratlardan oluşan toplumsal bir sınıf haline geldiler. Samuraylar, feodal derebeylerine yani efendilerine oldukça sadık bir şekilde bağlıydılar ve hizmetlerinin karşılığında da, mevki ve arazi alırlardı. Derebeyleri, samurayları daha fazla arazi kazanmak ve gücünü arttırmak için kullanırlardı. Çünkü, samuraylar korkusuz ve usta savaşçılardı. At üstünde, yaya, silahlı, silahsız dövüş konusunda eğitilmişlerdi. Ok da kullanırlardı ve 13. yüzyıldan itibaren kılıç kullanmaya, hatta mızrak ve ucu kılıç şekilli mızraklar da kullanmaya başladılar.

Samurayların efendisi ölünce harakiri yapmayı reddenlerine veya efendileri tarafından azad edilenlerine gezgin savaşçı anlamına gelen “Ronin” denirdi.

Çiftçiler ise, toprağı işleyen, üreten yoksul kesimdi. Ve yoksul çiftçilerin kendi erzaklarını yağmacılardan korumak için parayla samuray tutmaları olağandışı bir durumdu.

16. yüzyılda, iç savaş Japonya’yı yerle bir ettiğinde, yani Sengako döneminde, yeşillikler içindeki vadinin birinde dört tane samurayın mezarının da bulunduğu çiftçilerin yaşadığı küçük bir kasaba hayal edin siz yine de. Olası bir hayal çünkü Japonya o dönem, hırslı bir samuray tarafından parçalanmıştı. Adı üstünde iç savaş, her yerde bir samuray mezarı olabilirdi.

O zaman şimdi de; o küçük kasabada yedi samurayın hırs için değil, yardıma muhtaç köylüler için savaştıklarını ve dördünün öldüğünü ve hayatta kalan üç samurayın kasabadan ayrıldığını hayal edin. Durun, “olmaz böyle bir hayal” demeyin hemen.

Ya onlar gerçek birer samuraysa ve bir daha isimlerini duyan olmasa bile, eşkıyalara karşı savaşırken gösterdikleri yiğit fedakarlık hâlâ hayranlıkla anılıyorsa?..

Ya da “Rashomon”u yaratan adamın yazdığı ve yönettiği, samuraylar üzerinden insan ruhuna ayna tutan yeni bir muhteşem destansa bu?

Akira Kurosawa’nın yazıp yönettiği “Yedi Samuray” ise bu, her şey olabilir.

- En derin dostluklar, genellikle şans eseri gerçekleşen buluşmalardan doğar.

Dört çiftçinin şehre gidip samuray arayışıyla başlar her şey. Paraları yoktur çiftçilerin ve verebilecekleri tek şey kendi erzaklarıdır. Ve tesadüf eseri buluşmalar başlar. Ve sonunda, Kanbei’nin liderliğinde Gorobei, Shichiroji, Kyuzo, Heihachi, Katsushiro ve Kikuchiyo’dan oluşan yedi samuray koruyacakları kasabaya doğru yola çıkarlar.

Ancak, onları kasabada bir süpriz beklemektedir. Çiftçiler, erzaklarını yağmalayan haydutlardan korkmaları ve nefret etmelerinin yanında neredeyse aynı ölçüde samuraylardan da korkmakta ve hatta için için nefret etmektedirler. Samuray korkularının sebebi, geleneklerinin veya düzenlerinin bozulacak olması, kasabanın genç kızlarının samuraylara ilgi duyabilecek olması gibi konulardır.

- Kafan kesilmek üzereyken sakalın için endişelenmen neye yarar ki?

Çiftçiler kaderlerine razı olmak zorundaydılar çünkü haydutlara karşı koyacak güçleri yoktu. Fakat bu gücü samurayların yardımıyla elde etmeye başladıkları andan itibaren acıma duygularında bir azalma başlıyor. Ele geçirdikleri esirlere veya savaştıkları haydutlara karşı hiç acıma duygusu taşımadan davranıyorlar. Yani, filmin başındaki korkak çiftçilerin olduğu kasaba, samurayların onlara güçlü olduklarını inandırmasıyla, cesur ve kendi kendini savunabilecek bir kasabaya dönüşüyor. Ve tabii ki sonunda kazanan çiftçiler oluyor çünkü haydutları başarıyla savuşturup kasabalarını yağmalanmaktan kurtarıyorlar.

- Yine yenilgiye uğradık. Kazanan, çiftçiler oldu. Biz değil.

Kambei bu sözleri söylerken, çiftçiler mutlu bir şekilde hasatları toplamakta ve artık ihtiyaçları kalmadığı için samuraylarla ilgilenmemektedirler.

Burada oldukça anlamlı bir toplumsal eleştiri var. Akira Kurosawa bu eleştiriyi oldukça objektif bir açıdan yapıyor, taraf tutmuyor, yorum yapmıyor. Net bir şekilde o dönemin Japonya’sının toplumsal yapısının resmini ortaya koyuyor.

Dönemin Japonya’sında güç samurayların elindeydi. Gücü iyi veya kötü kullanmak da samurayların ellerindeydi. Samuraylar ellerindeki bu gücü iyi kullanırlarsa kasabayı koruyan yedi samuray gibi olacaklardı. Kötü kullanırlarsa da kasabalılara saldıran haydutlar haline geleceklerdi. Ancak,  samuraylar iyilik yapmaya çalışıyor gibi görünseler de öyle değil aslında. Samuray olma kavramını daha yüce bir şey olarak kabul ettikleri için ve bunu sürdürmek istedikleri için savaşıyorlar, bir anlamda ego tatmini gibi bir şey.

Çiftçilere yapılan kötülüğün temelinde, toplumsal yapının samuraylara verdiği güç yatıyor. Çiftçiler mağdur sadece, kusursuz değiller çünkü üzerlerinde hissettikleri hükmedici gücün varlığı yüzünden yozlaşmışlar; üç kağıtçı, kurnaz, cimri, kaba ve bencil insanlar haline gelmişler.

- Bu savaşın doğasıdır; başkalarını koruyarak kendinizi kurtarırsınız. Eğer sadece kendini düşünürsen, sadece kendini yok edersin.

Yedi samuraydan sadece Kambei, Katsushiro ve Shichiroji hayatta kalmışlardır ve bu sözlerle savaşçı olan tüm tarafların yenilgiye uğradığı anlatılmak istenmektedir. Çiftçiler savaşçı değillerdi, güçsüz ve mağdurdular ve sonunda kazanan oldular.

Büyüksün ve gerçekten de sinemanın gelmiş geçmiş üstadlarındansın Akira Kurosawa!

Akira Kurosawa’nın hayat hikayesine baktığımızda, onun sinemayı çok sevdiği, sinemanın gücüne inandığını anlamak çok zor değil.. Adeta tüm hayatını sinema için yaşamış gibi. Akira Kurosawa, yaşamı boyunca tüm dünyada takdir edilen filmler yaptı. Filmlerinin film endüstrisi üzerindeki etkisi büyüktü. “Yedi Samuray”ı yapmamış olsaydı, Holywood’un “Muhteşem Yedili”si yapılır mıydı bilemiyorum.

Akira Kurosawa, 1910 yılında Tokyo’da doğdu. Babası bir ortaokul müdürüydü ve samuray savaşları üzerine araştırmalar yapıyordu. Akira Kurosawa’nın birçok filminde “samuray etiği” işlemesinin sebeplerinden birinin de, çocukluğunda babasından gördükleri, duydukları olması kuvvetle muhtemel.

Akira Kurosawa, aslında ressam olmaya çalışırken bir yandan da senaryo yazarı olarak 1936 yılında film endüstrisine girdi. İlk filmi ise 1943 yılında çektiği “Sugata Sanshiro” oldu. Akira Kurosawa’ya ün getiren film, 1950 yılında çektiği “Rashomon” oldu.

Daha sonra, başrollerinde karizmatik aktör Toshiro Mifune’un oynadığı seri filmler çekti. Bu filmler arasında en bilinenleri Yedi Samuray, Kanlı Taht ve Yojimbo’dur.

Toshiro Mifune, Yedi Samuray filminin Kikuchiyo’su. İzleyicinde bayılacaksınız bu karaktere.

Aynı Toshiro Mifune, Yojimbo’nun da yalnız samurayı. Toshiro Mifune bu karakteri ile Spagetti Western türünün büyük yönetmeni Sergio Leone’ye esin kaynağı olmuştur.

Ve yine aynı Toshiro Mifune, bu kez de “Gizli Kale” filmindeki karakteri ile George Lucas’s Star Wars’ı yapmasında önemli bir esin kaynağı olmuştur.

Az önce, Akira Kurosawa’nın film endüstrisine yön verdiğinden bahsetmiştim. Gerçekten de Hollywood, Akira Kurosawa’ya çok şey borçlu.

Akira Kurosawa’nın filmleri saymakla bitecek gibi değil. Dersu Uzala, Kagemusha, Ran, Ağustos’ta Rapsodi ve diğerleri… Hepsi de birbirinden değerli ve anlamlı filmler.

Akira Kurosawa’nın filmlerini özel kılan da;
- Japon tarihi ve geleneğini Batılı konseptler aracılığıyla ahlaki ve felsefi yan temalarla zenginleştirerek yansıtması,
- Japon militarizmini ve feodal sistemini samuraylar aracılığıyla ve yoksul köylüleri, çiftçileri, yalnız kahramanları, gangsterleri, kısacası her toplumsal sınıfı öykülerine dahil etmesi,
- Sağlam psikolojik tasvirler yaparak insan ruhuna ayna tutması,
denebilir.

Aynı zamanda başarılı bir ressam da olan büyük usta, 6 Eylül 1998 tarihinde aramızdan ayrıldı ama onun o sanatçı ruhuyla yarattığı filmler hem kendisinden sonra gelen yönetmenlerin hem de filmlerini izleyenlerinin ruhuna dokunmaya devam ediyor.

Frederico Fellini; “Çok büyük bir gösteri adamı” der.

Steven Spielberg; “Kurosawa filmlerinin bana, güzelliği, yaşam mücadelesini, yaşama sevgisini, yeniden doğuşu, öğrenilen dersleri, ihaneti, görsel metaforları, aksiyonu, enginliği, destansı anlatımı, ince ayrıntıları, rüyaları, kabusları, çocukları, bilgeliği, kaderi ve umudu göstermesini beklerim. Onun ortaya koymak istediği, kültürlerin kesiştiği o ince noktadır ve bunu öyle ölçülü yapar ki, dünya çapındaki tüm sinemacıların saygısını kazanır. Akira Kurosawa, Japon kültürünün sinema dünyasına sunduğu eşsiz bir armağandır.” der.

Takeshi Kitono; “Kurosawa sinema konusunda benim tartışmasız hocamdır ve eğer biri bana; ‘Film nedir?’ diye sorarsa onlara Kagemusha, Yedi Samuray ve Rashomon’u görmelerini söylerim. Kurosawa’nın en olağanüstü tarafı görüntünün kesinliği ve mükemmelliğidir. Karakterlerin perdedeki yeri ve kadrajlanmasında kompozisyon o kadar mükemmeldir ki, kamera hareket halinde olduğunda bile, bir saniyedeki yirmi dört karenin her birini dondurup bir tablo haline getirebilirsiniz. Benim için sinema budur; Art arda gelen mükemmel görüntüler. Kurosawa bu mükemmeliyeti ulaşan tek yönetmendir” der.

Hepsi de sonuna kadar haklılar. Üç buçuk saat süren Yedi Samuray’ın bitmesini istemedim. Büyüleyici bir deneyimdi hepsi de şahsına münhasır yedi samuray ile bir çiftçi köyünün savunmasına eşlik etmek…

Yazmakla bir yere kadar, bu muhteşem deneyimi tecrübe etmelisiniz. İzlemediyseniz, ilk fırsatta mutlaka izleyin derim.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi