DENEME
Giriş Tarihi : 18-01-2023 20:54

Sonsuzluk Bizimle

Yazan: D. Sare Nur -SONSUZLUK BİZİMLE

Sonsuzluk Bizimle

SONSUZLUK BİZİMLE 

Hep bir alışılmışlığın izi. Zaten hep bizimle dediğimiz. Kendine sonsuzluk biçip kendimize eklediğimiz. Hep taze doğan bir şafağın mahmurluğuyla beklettiğimiz. Alıştık işte, alışageldiklerimiz.

Bir gün aniden... Hiç beklenmedik bir yerde... Beklenmedik bir zaman.. Aniden gelen bir telefonla... Yolumuzun önüne düşmesiyle. Biniverecek olduğumuz bir dolmuşla, otobüsle..

Dank eden. Aaa buradaki ev yıkılmış. Neden yıkılmış, niye yıkılmış? Keşke bir resmini çekseydik. Camlarına bakmıştık o kadar.. Solgun renklerine, dökülmüş sıvalarına renk katan, penceredeki mor menekşelerine. Bizim de böyle bir evimiz olsa demiştik hani. Yan tarafından bahçeye yol gidiyordu. Arka bahçeye. Bahçede domates, biber, soğan, marul, maydonoz, fesleğen yetiştirirdik.

Meyve ağaçları dikerdik. Yağmur yağdığında pencereden seyrederdik. Buraya kar nasıl yağar ki. Kar yağsa buralar nasıl olur, nasıl izlenir ki.. Bu pencereden dışarısı nasıl görünüyordur ki. Dediğimiz.. Sonra gelen dolmuşla hayallerimizi yarım bırakıp gittiğimiz.. Bir sonraki dolmuşa bineceğimizde hayallerimize kaldığımız yerden devam ettiğimiz.. O ev işte. Yıkılmış.

Niye yıkılmış ki... Daha iyi bir ev yıkacaklarmış yerine. 

Bütün o yaşanmışlıklar, anılar, hayaller, dökülmüş sıvaları, solmuş renkleri, penceredeki menekşesi, üst kata çıkmak için yanından çıkartılan ahşap merdiveni, bahçeye giden toprak yolu, kırmızı kiremitleri... Her şeyi gitmiş maziye. Yerine dikilecek belki üç dört katlı bir apartman. Modern, estetik, şık, mimari desenlerle süslü. İçi en pahalı inşaat malzemeleriyle kaplanacak buz gibi, ürkütücü, ürpertici bir soğukluk, hiçbir yaşanmışlığın ısıtamadığı bir sırıtışla içten içe alay edecek bizimle.

Yıllarca dinmeyecek böbürlenmesi, kibri. Yıllarca caka satacak bakanlara. Ben diyecek, bakın nasıl da güzel bir evim. Ben var ya, hep böyleyim zaten diyecek. Ben muhteşemim, mükemmelim, müthişim deyip dikecek burnunu havaya. Biz her dolmuşa binmek için durağa gittiğimizde 5-10 dakika da olsa bu böbürlü, burnu havada bakışa esefle bakacağız.

Burada bizim eski de olsa tatlı, şirin, mütevazi bir evimiz vardı diyeceğiz. Sıcacık, pastoral görüntülü bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydi diyeceğiz. Hiçbir hayal kurmadan, maziden kendi anılarımızı, hatıralarımızı çıkarıp yine onları konuşacağız. Yanında getirdiği beslenme çantasını açıp kendi yemeğini yiyen ilkokul çocukları gibi. Kendi hayallerimiz bize yeter diyeceğiz. Keşke bir fotoğrafı olsaydı da çıkarıp ara ara baksaydık diyeceğiz. 

Her baktığımızı sonsuzlukla kucaklıyoruz aslında. Ama bu kucaklayış, aynı zamanda ihtimamsızlığa da atıyor. Nasıl olsa diyoruz, hep burada diyoruz, her zaman bizimle, hep bizimle, çantada keklik. Öyle ya.

Öyle olmuyor işte. Hep önünden yürüdüğümüz ağaçlar, bir bakmışız kesilivermiş. Baktığımız, hayal kurduğumuz ev, bir bakmışız yıkılıvermiş. Her gün poğaça alıp okula gittiğimiz fırın, kapanıvermiş. Her şey ama herşey göz açıp kapayıncaya kadar.. Ya da aniden en neşeli anımızda bir telefon, mail, mesaj... Bir dostumuz, arkadaşımız, annemiz, babamız, kardeşimiz gidivermiş. Hiç kimse çantada keklik değil. Hep bizimle değil. Biz hiç kimseyle değiliz. Ölüm de hayat da herkesin, her şeyin başında. 

"Uyudun, uyanamadın olacak" şairin dediği gibi. Her şey sonsuzluğa akıyor, doğru. Hiçbir şey kaybolmuyor, zihnimizde, hafızamızda devam ettiriyoruz. Ve hafızamız, ahiret şahitçisi olarak taşınacak. Hangi ameli nerede işlediysek şahitlik edecek. Gördüğümüz, yaşadığımız hiçbir şey kaybolmayacak. Bütün bunlar bir sonsuzluk habercisi. Bağlandığımız her şeye hep bizimle olacak/kalacak diyerek bağlanmamız, benimsememiz sonsuzluğun, ahiretin varlığına delil. 

Ama keşke burada da o ülfet aralığına dalmasak. Lakayıtlık pergeline girivermesek. Nasıl olsa hep benimle deyip başka şeylere dalıvermesek.. Yoksa geriye kocaman bir ah kalıyor maziye düşen. Keşkeler keşmekeşi duruyor öyle kalbimizin başında sızı gibi. Pişmanlıklar içimizi parçalıyor. Ve geriye kalan, boş çerçeve, kırık camlar, ezilmiş hayaller ve bir yığın inşaat tortusu... 

Keşke...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi