PARADOKS
“Keşke yaşamın da ‘yeniden başlat’ tuşu olabilseydi.” düşüncesi beyninin kıvrımlarında çelişkili cevaplarla yüzleşirken yorgunluğuna yenik düşmemek için önündeki gaz lambasının ışığını biraz daha açtı.
Yazmak, yazdıkları arasında kaybolmak,
ya da her şeye rağmen kendini aklamak mıydı, günlüğün çilesi?
Gecenin son karesine düşen tekbaşınalık,
albenisinin altında sessiz haykırışların da bir göstergesi olabilirdi, şüphesiz.
Kalemi eline almadan önce düşünceli bakışlarla önündeki günlüğüne baktı. Gecenin kasvetiyle yoğunlaşan duygular arasında hafif bir gülümseme indi dudaklarına. Sevgilerini, sevgililerini, acılarını, nefretleri hatta bezginliklerini paylaşmıştı onunla. En yasak kelimelere bile hayır diyemeyen ılık dost, bazen aynanın dahi söyleyemediklerini yüzüne haykıran dikbaşlı arkadaş gibi olmuştu ona.
Kalemi sessizce eline aldı. Küçük sırdaşının sayfalarını isterik bir şekilde aralarken bu kez gözleri masa üzerindeki vazoya takıldı. Parmağıyla okşar gibi çiçekleri severken hafifçe irkildiğini hissetti. İlk anda çok üstünde durmak istemese de saniyeler içinde nedenini bulmaya karar verdi. Neydi, neden irkilmişti?
Kısa bir süre önce vazoya konulan çiçekten alerji duyabileceği düşüncesi ağır basmaya başlamıştı. Sonra vazgeçti.
"Daha önce de aynı çiçek ve vazo vardı; “Yok, alerji olamaz.” diye kendisiyle konuşmaya başladı.
Kızdı. Bu neydi şimdi?
Kendi kendine konuşmak… Boynu bükük karşısında duran çiçek sanki onu dipsiz bir kuyuya çekiyordu.
Kalem, ellerinin arasından masaya yuvarlanırken çıkardığı sesi duymadı bile.
Gözlerini kapadı. Yorgundu.
Kendine geldiğinde sayfanın yarısı dolmuştu bile. Yazmadığından emindi. Yere düşen kaleminden damlayan kırmızı mürekkep şaşkınlığını iyice artırdı. Yalnız olmadığı hissiyle oturduğu yerden kalkıp odayı dolaştı. Kimse yoktu.
İçine girdiği şaşkınlık yerini anlaşılamaz bir korkuya bırakırken, yazılanı okuma merakı da tarif edilemez duruma gelmişti.
Okumaya başladı.
"Doğdunuz… Ben dalımdan koparıldım.
Kendi duygularınızdan emin olmak için yapraklarımla fal baktınız. Sevginizi göstermek için kökümden tırpanlayıp alacakaranlıklara buket yaptınız. Acınızda, cenazenizde bile beni kullandınız. Kimse bana sormadı. Çünkü, kimse kendinden emin değildi."
İrkilmesinin sebebini okuyunca anlamaya başladı. Günlük mü, yoksa yerdeki kalem mi daha cesurdu, karar veremiyordu.
Yerdeki kalemi aldı. Yazmaya devam etme çabası yanıbaşında, dışarıya bakan pencerede asılı kaldı.
Camın üzerinde kendince şekiller çizmeye çalışan yağmur damlaları ve sanki onların bu haline kafa tutarcasına parlayan ay…
Yeniden gülümsedi. Dolunayın odasına bıraktığı çılgınlık, masa üzerindeki gaz lambasının mütevaziliğini bastırıyordu. Hangisinin gölgesi daha belirgin, hangisinin yansıması daha sıcak ikileminde kalarak ardında bıraktığı gölgeleri gözden geçirme isteğiyle etrafında döndü. Karar veremedi. Doğal olan mı, yapay olan mı?
Yeniden yerine oturdu. Kalemin ucundaki mürekkep kurumaya başlamıştı. Oysa yazmak istiyordu. Yorgundu. Teslim oldu. Gözleri yeniden ışığa kapandı.
İkinci kez kendine geldiğinde sayfanın tamamen yazıldığını farketti. Ancak bu kez şaşırmadı.
Kalem kırılmış, masanın üzerindeki tüm çentikleri doldurmuştu. Sanki eski masa üzerine çizilmiş tüm anılar kaybolmuş, yaşanacak tüm olasılıklara başka ufuklar bırakmıştı.
Okumak ve okumamak arasındaki gelgitlerde kaybolmamak için sayfanın üzerini elleriyle kapattı. Yeni bir derse hazır mıydı?
Okudu.
“Karanlık aldatır. Gölgene gün içinde bak. Gördüklerini kabullen ama göremediklerin de senindir. Bunu asla unutma.”
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz