ODUN HİKÂYESİ
Bir kova içinde meşe ağacının parçaları, sarayın kapılarından geçerek sahibinin elinde, şömineye doğru yol alıyordu.
Sarayın ihtişamlı büyük bahçesinden sonra yavaş yavaş sarayın içine doğru giderken; "Ne muhteşem bir bina. Benim buraya gelmem, burada olmam ne müthiş bir şans" diye düşündü.
Oysa ki biraz sonra şömineye tek tek atılarak yanacağını bildiği halde bu; kısa bir süre dahi olsa, sarayda bulunmanın keyfini yaşıyor, bu konuda kendini şanslı hissediyordu.
Kadere bak ki ağaçların en kıymetlisi olan, nadide bir meşe ağacıydı. Fakat ne acıdır ki kesilmiş, parçalanmış, bir kova içinde yanması için hazırlanmıştı. "Böylesi kadere" diyerek küfretse de yanmaktan başka çaresi olmadığını o da biliyordu. En büyük tesellisi ise sarayın şöminesinde yanmaktı.
Sarayın muhteşem, gösterişli salonuna geldiğinde; duvarında çok güzel, kocaman bir saat gördü. İnce ince oyma yapılmış, pırıl pırıl cilalanmış, altından uzanan kocaman tokmağıyla "ding dong" sesleri çıkaran büyük, harika, çok süslü bir saat.
Kovadaki meşe odunları hayran hayran ve de uzun uzun bu saate bakarken; “Vay be. Bu ne güzellik, bu ne zarafet. Ben daha önce böyle güzel, ihtişamlı bir odun görmedim" dedi.
Saat de en şık ve güzel haliyle sarayın duvarında gururlana, kibirlene, salına salına çalarken kendini beğeniyordu.
Kovadaki meşe odunları, gözlerini alamayıp ona hayran ve dikkatli dikkatli bakarken, birden o meşe ağacını tanıdı.
"Hey arkadaş! Sen ormanda benim yanımda ki meşe ağacı değil misin?" dedi.
Sonra ekledi;
- Hani otuz yıl birlikte yağmura, çamura direnip boy attığımız, dertlerimizi birbirimizle paylaştığımız, hani aynı sudan içip, aynı havayı soluduğumuz meşe ağacı değil misin sen? Ormanda tepelerimize kuşların, arıların konduğu; sincapların zıpladığı, farelerin kemirdiği, hatta ormancılar geldiğinde; 'bizi de mi kesecekler' korkusuyla birbirimize verdiğimiz tesellileri hatırladın mı?
Saat gururlu, kurumlu, ahenkli sesiyle;
–Tabi ki hatırladım seni. Hemen tanıdım. Daha salona girer girmez. Unutur muyum seni hiç. Otuz yıl birlikte, yan yana arkadaş olmuşuz, yarenlik yapmışız.
Sonra ormancılar gelip bizi kestiler. Seni başka yere, beni başka yere götürdüler. Birbirimizden ayrı düştük.
- Eee arkadaşım! Sana ne oldu da böyle süslendin, püslendin, saray salonlarının duvarına nadide bir süs oldun? Bir de bana baksana, biraz sonra şu ateşte yanıp kül olacağım.
Saat; “Ben sanatçı bir ustanın eline düştüm. 'Bu çok değerli bir ağaç' diye beni ince ince oydu, boyadı, vernikledi ve güzel bir saat yaptı. Bu saraya sattı. Burada saltanatımı yaşıyorum.”
"Sen kimin eline düştün ki kıymetini bilmemiş, kesip kesip odun yapmış, saraya yanasın diye satmış" demiş.
Üç türlü odun vardır.
Birincisi çok mahir usta eline düşer. Harika süs eşyası olur. Masa, sandalye, sehpa gibi insana hizmet eder.
İkincisi sadece kalas olur. Direk olarak kesilir. Sadece inşaatta, ev yapımında kullanılır.
Üçüncüsü ise hiç bir işe yaramaz. Sadece odundur ve sobada yakılır.
Burada alınacak ders; insanlar da aynı değil midir? Usta eğitmen eline düşen insan, topluma faydalı, saygılı, sevgili, seviyeli sanatçı ruhlu birey olur.