O ESKİ COŞKU HANİ
Henüz okula kaydımın yapılmadığı, imrenerek arkadaşlarıma baktığım günlerdi; ağlama krizine tutulduğumda.
Okul açılalı iki ay olmuştu ve ben hâlâ anne babamı ikna etme derdindeyim. O günler, milli bayramların şölen tadında geçtiği günlerdi. Cumhuriyet Bayramı’na okula girmediğim için katılamamanın hüznü, derin bir yaraydı ruhumda.
Okula gidebilmek için ağladığım, yalvardığım o iki ay boyunca bayram gelmiş, trompet sesleri yankılanmaya başlamıştı. O gün, içimde yara olarak kalan o gün, bando takımının kırmızı beyaz kıyafetlerle geçişini, evimizin balkonundan izlerken ağlama krizine girmiş, "Ben de gideceğim!" diye tutturmuştum. Annem benden kurtulamayınca en yeni kıyafetlerini giyip beni tartaklayarak elimden tutup götürmüştü.
O dönemler milli bayramlar, ilçemizin en büyük alanında, tüm halkın katılım sağlayabileceği yerde yapılırdı. Halk da en güzel kıyafetlerini giyer, çocuklarını izlemek için tam kadro programa katılırdı.
Bando takımı okuldan çalarak çıkar, coşkulu uzun bir yürüyüşten sonra bayram alanına varır; tüm okul ütülü önlükleri, taranıp örülmüş saçları, bembeyaz ütülü yakalıkları ile pırıl pırıl, coşkuyla ve bando takımının ritmi eşliğinde düzenli yürüyüşlerini sürdürerek bayram alanına gelirdi. Bütün halk bu yürüyüş için camlara, balkonlara çıkardı. Her evde bayraklar asılır, sınıflar çeşitli süsleme malzemeleriyle tabiri caizse gelin gibi süslenirdi.
Annemle bayram alanına vardığımızda, görevli olan öğrenciler rengarenk giyinmişler, tören alanında yerlerini almışlardı. Çelenk koyma ve selam kortejini kaçırmış olsak da törene yetişmiştik. Öğretmenlerden birisi sunumunu İstiklâl Marşı’nı söylemeye davet ederek başladı. Ardından andımız okunmaya başladı. Okula gitmesem de abimden dolayı aklımda olan:
"Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi, özümden çok sevmektir. İlkem yükselmek ve ileri gitmektir." andı yankılandı kulaklarda.
Minicik, tertemiz, saf beyinlere doğru olmayı, küçüklerini korumayı, büyüklerini saymayı, çalışkan olmayı, hep yükselmeyi ve ilerlemeyi nakış nakış işliyordu. Ve ben var gücümle bağırıyordum onlarla birlikte. O kadar çok ağlamışım ki andımızı okurken iç çekişlerime dayanamayan annem, o gün kayıt ettireceğine dair söz vermiş ve ertesi gün okula kaydolmuştum.
Milli bayramların coşkusu bir başka heyecan veriyordu. Günlerce halk oyunu çalışmaları, o güne özel kıyafetler ve gösteri çalışmaları devam ediyor; sınıflar süsleniyor, şiirler, günün anlam ve önemini belirten konuşma metinleri çalışılıyordu.
Cumhuriyet’in anlam ve önemi halkın anlayacağı dilden anlatılıyordu. Öğrencilere vatan aşkı, memleket sevdası nakış nakış işleniyordu. "Bir hedefi olmalı insanın." diyen öğretmenler, geçmişini bilmeyen milletlerin yok olmaya mahkûm olduğu anlatılıyordu. Sabah başlayan tören, konuşma ve şiirlerden sonra halk oyunları ve gösterilerle devam ediyor, en heyecanlı zamanı da yarışmalar oluyordu.
Çuvala girip yarışıyorlar, ağızda kaşıkla yumurta taşıyorlar, ipin iki ucuna iki grup çekerek çekişme oyunu oynuyorlardı. Öğle sonrasına kadar süren etkinliklerin tadı bir başka boyuttu doğrusu.
Öğretmen olmanın kutsiyetini iliklerime kadar hissettiğim günlerdi. Daha o günlerde başlayan okuma sevdası, her geçen gün katlanırken bugün o aşkı, o coşkuyu görememenin hüznüyle muzdarip bu gönül. Cumhuriyet bilincinden uzak, artık anlamını dahi bilmeyen bir topluluk olmanın acısı ne derin.
102. yılını kutladığımız Cumhuriyete, şu an bakıyorum da "O eski coşku hani?” diye esefleniyorum. İçim yanarken yine de coşku dolu duygularla kutlayabilme temennisiyle iyi bayramlar diliyorum.
***
















































