NEF’İ
Âlî Mustafa Efendi’nin Mecmau’l-Bahreyn adlı eserindeki bilgilerden ve Hâfız Ahmet Paşa’nın 1034’te (1625) sadârete gelişi üzerine ona yazdığı kasidesinde kendi hayatına dair düştüğü kayıtlardan hareketle 980 (1572) yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Asıl adı Ömer olup Erzurum’un Pasinler (Hasankale) ilçesindendir. Pasinler sancak beyi Mirza Ali’nin torunu, Mıcıngerd (Sarıkamış) sancak beyi Mehmet Bey’in oğludur. Soyunun Dulkadıroğulları’na, Çağatay veya Timurlular’a tâbi Çağatay Türklerine dayandığına dair kayıtlar tartışmalıdır. Kırım hanına nedimlik yaptığı anlaşılan babası da şairdir. Babasına dair bilgi verdiği ve “Peder değil bu belâ-yı siyahtır başıma” mısraının yer aldığı hicviyesinde onun Kırım’a giderek rahat bir ömür sürdüğü, ardında bıraktığı ailesinin yoksul ve korumasız kaldığı anlaşılmaktadır:
“Saâdet ile nedim olalı peder Han'a
Ne mercimek görür oldu gözüm ne tarhana
Peder değil bu belâ-yı siyâhtır başa
Sözüm yerinde nola güç gelir ise Han'a
Benim züğürtlük ile ellerim taş altında
Muzâhrâfatın o dürr ü güher satar Han'a”
Günümüz Türkçesi ile anlamı: Babam saadetle Kırım Hanı'na nedim olalı, gözüm ne mercimek ne tarhana görür oldu. Baba değil, bu, başımın kara belâsıdır. Sözüm Han'ı gücendirse bile yerinde sözdür. Ben yoksulluğun sıkıntısını çekerken babam saçma sapan şiirlerini inciymiş, mücevhermiş gibi Han'a satmaktadır.
Çocukluk ve gençlik yılları hakkında bilgi bulunmayan Nef’î’nin iyi bir medrese eğitimi gördüğü, Arapçayı özellikle Farsçayı, Fars edebiyatını iyi bildiği anlaşılmaktadır. Şiire genç yaşta başlamış olan Nef’î üzerinde, şair olan babasının ve o sırada Erzurum’da defterdar olarak görev yapan tarihçi Gelibolulu Âlî’nin önemli etkisi vardır. Hatta ilk dönem şiirlerinde kullandığı zarara mensup anlamına gelen “Darrî” mahlası, Âlî tarafından “Nef’î” mahlasıyla değiştirilmiştir. Nef’î’nin ne zaman ve hangi sebeple İstanbul’a geldiği kesin olarak bilinmese de Sultan I. Ahmet’in tahta geçişinden sonra İstanbul’a geldiği, ölümüne kadar yaklaşık otuz yıl burada kaldığı bilinmektedir. Sunduğu kasidelerle I. Ahmet’in takdirini kazanmış, padişahın maiyetinde kısa bir süre Edirne’de kalmıştır.
I. Ahmet için kaleme aldığı kasidelerde her fırsatta minnet hislerini ifade etmiş, maden mukataacılığı ve maden kâtipliği görevlerinde bulunmuştur. I. Ahmet’e sekiz kaside sunmuş, padişahın kendisine gösterdiği yakın ilgi sebebiyle tanınmış; Kuyucu Murad Paşa, Nasûh Paşa, Damat Mehmet Paşa, Halil Paşa gibi dönemin önde gelen isimlerine yazdığı methiyelerle onların da iltifat ve takdirlerini kazanmış, şöhretini artırmıştır.
Nef’î; I. Ahmet (1603-1617), II. Osman (1618-1622), IV. Murad (1623-1640); I. Mustafa (1617-1618/1622-1623) gibi üçü şair dört padişahın saltanatına tanıklık etmiş olsa da özellikle I. Ahmet ve IV. Murat’ın ilgisine mazhar olmuş, IV. Murat devrinde şöhretinin zirvesine ulaşmıştır. Kendisi gibi sert mizaçlı sultanla iyi bir diyalog kurmuş, onun ilgi ve iltifatını kazanmış, on iki kaside sunmuştur. Şairin en fazla ilgi ve iltifat gördüğü bu dönem, aynı zamanda azledilme ve sıkıntıları da sıkça yaşadığı bir dönem olmuştur. Taşradan gelip İstanbul’da şöhret kazanan, sanatı takdir gören, karşılığında yüklü miktarlarda caizeler alan Nef’î'nin kendine duyduğu aşırı güven ve istikrarsız kişiliği yüzünden yüksek perdeden konuşması, yerli yersiz sataşmaları, kişilerin makam ve mevkiini, onurunu hiçe sayarak sövgü derecesinde bir üslupla hicvetmesi başarısına gölge düşürmüştür.
Kıskançlıklara sebep olan şöhreti ve tutarsız davranışları, saldırgan kişiliği ile sadrazam, vezir ve diğer devlet adamlarının, bilgin ve sanatçıların düşmanlığını kazanmış, pek çok kez zor durumda kalmış, görevinden uzaklaştırılmıştır. Hicivlerinden dolayı Gürcü Mehmet Paşa tarafından üç defa azledilmiştir.
Övgü ve sövgülerinde sınır ve ölçü tanımayan Nef'î; devrinde yolsuzluk, yoksulluk, rüşvet ve ahlâksızĺığın son kereteyi bulduğu ve ehliyetsiz- liyakâtsız kişilerce yönetilen ve Celâli isyânları ile de devlet çarkının iyice bozulması karşısında devrin kifâyetsiz yöneticilerine karşı “kaza oku” dediği hiciv oklarını kullanmaktan asla geri durmamış; gözünü budaktan ve sözünü dudaktan sakınmamıştır. Korkusuz ve sivri dilli Nef'i, abartılı da olsa haklı olarak hicvettiği devşirme saraylı devletlülerden, hemen herkesin öfke ve husûmetini üzerine çekmiş bir şâir.
Onun hakkında söylenen şu anlamdaki Farsça beyit; Nef'i'ye karşı kabaran kin ve nefreti çok açık ve acı bir şekilde anlatır. "Adı Nef'î olan o hicivci şairin öldürülmesi tıpkı engerek yılanın katlı gibi, her dört mezhepte vaciptir."
IV. Murat'ın huzurunda korkusuzca okuduğu ve bir bakıma mizâç ve kişiliğini yansıtan muhteşem "Sözüm" şiirinin günümüz Türkçesi ile söylenişi şöyledir:
En derin uykulardan kaldırandır sözüm
Güne el bağlayanı yıldırandır sözüm
Zemini zamanı daralmış olanlara
Gönüllerince zemindir zamandır sözüm
Zâlim beni bir işâretle kahretse de
Onun ordusuna karşı koyandır sözüm
Cihân saltanatları zamanla sönerken
Yandıkça daha da parıldayandır sözüm
Güç verir, bilinç üretir, sevinç bağışlar
Yüzü gülmemişlere armağandır sözüm
Ey mutsuzluk gecesinde bunalanlar
Müjde size yıldızları saçandır sözüm
Dünya bir benimdir diyenlere derim ki
Bu sofrayı herkeslere açandır sözüm
Varsın günün sultanları değer vermezsin
Onlar göçüp gidince de sultandır sözüm
Devlet ricali, bilgin ve şairler tarafından şiddetle eleştirilen Nef’î’nin katlinin vacip olduğu söylenmiş, bütün bunlara rağmen padişah tarafından korunup kollanmıştır. Fakat padişahın yaşadığı bir olayla ihsan ve iltifatlar bir süre sonra sekteye uğramıştır.
Nâimâ’ya göre (III, 235) IV. Murat, sarayda şairin Sihâm-ı Kazâ’sını okurken tahtın yanına yıldırım düşmüş, bunu uğursuzluk sayan padişah, şairi hicivden menetmiş; görevinden azlederek Edirne’ye sürmüştür. Bu olay üzerine devrin şairlerinden İbrahim Vehbi tarafından şu beyit söylenmiştir (İpekten 1998:61):
“Gökden nazîre indi Sihâm-ı Kazâ’sına
Nef’î diliyle uğradı Hakk’ın belâsına”
Divân şiirinde en çok gazel yazan üç şairden biri olan ve "Mecliste riyâ-pişeler etsin ko riyâyı / Meyhâneye gel gör kim ki ne riyâ var, ne mürâi" iğneleyici şâh beyitiyle medreseli softaların hışmını çeken Şeyhülislâm Yahya Efendi, bir şiirinde, bir taraftan şâir Nef'î'nin söz söyleme sanatında emsâlsız olduğunu över gibi görünürken öte yandan onun sözlerinin câhiliye dönemi şairi İmrü'l Kays'ın şirk dönemlerinde, Kâbe duvarlarına asılan bedevî Arap şiirlerine benzeterek kendisine kâfirlik ithâmında bulunur. Bunun üzerine Nef'î, ince ve kıvrak zekâsı ile yüzyıllardır dillere pelesenk olan ve günümüzde de bazılarına ders olacak şu unutulmaz cevabı verir:
"Bana kâfir demiş Müfti Efendi
Tutalım biz ana diyelim müselmân
Varıldıkça yarın rûz-i cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan"
Bu kez de vezirlerden Tahir Efendi, Nef'î'ye “kelp” diyerek hakaret eder. Nef'î, Divan şiirinin ihâm ve tevriye gibi edebî sanatlarını kullanarak Tâhir'i, temiz ve köpek gibi ikili anlamlarıyla ve mecazi ifadesiyle kendisinin temiz, vezir Tâhir Efendi'nin ise sözlük anlamıyla kelp olduğundan bahisle asırlarca unutulmayan sözlerle hafızalara naķşedilen, sanatsal müthiş bir göndermede bulunur.
"Tâhir Efendi bana kelp demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Maliki mezhebimdir benim zirâ
İtikâtımca kelp Tâhir'dir"
Vezir Bayram Paşa için Siham- Kaza’da yazdığı "a köpek" redifli hicvi son derece ağır bir şiirdir:
“Gürci hınzırı a samsun-ı muazzam a köpek
Kande sen kande nigehbani-i alem a köpek
Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun
Bir senin gibideni cehl-i mücessem a köpek
Ne güne kaldi meded devlet-i Al-i Osman
Hey yazuk hey ne musibet bu ne matem a köpek
Ne ihanetdür o sadra bu zamanda ki anun
Olmaya sahibi bir Asaf-ı kerem a köpek
Hidmet-i devlete sair vüzeradan göreler
Bir fürumaye koca ayuyı akdem a köpek
Bu mahlallerde ki Bagdadı ala şah-ı Acem
Arz-ı rumu ede teshir Abaza hem a köpek
Sattınız iki soysuz bir olup hanlığı
Kimseyietmedünüz bu işe mahrem a köpek
Paymal eylediniz saltanatın ırzını hem
Yok yere oldı telef ol kadar adem a köpek
Hiç hanlık satılır mı hey edebsiz hain
Tutalım olmamış ol fitne muazzam a köpek
Sen kadar düşmen-i devlet mi olur a hınzır
Ne turur saltanatun sahibi bilsem a köpek
Ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun
Öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek
Böyle kalur mu soysuzlar elinde devlet
Noldu ya gayret-i şahenşeh-i azam a köpek
Hak götürdü Arabı gitti hele dünyadan
Kim götürse akabince seni bilmem a köpek
File nacar meger yükledeler tabutunu
Çekemez cife-i murdarunu adem a köpek
Filler de çekemezse ne acep laşeni kim
Var mı bir sencileyin div-i mülahhem a köpek
Sen soysuz eşek ol kirli orospu yaraşur
Bindürüp sırtına teşhir edersem a köpek”
O zamanın sadrazamlarına şiir şeklinde küfrettiği için bir kez zindana atıldı; ama padişah bunu öğrenince kendisini affetti. Bir ay sonra tekrar küfretti ve yine zindana atıldı ve yine padişah “Allah’ın sabrı üç kezdir” diyerek “bir kez daha affediyorum seni” dedi ve tekrar bizim sivri dilli Nefi’yi affetti.
Üstün bir sanat gücüne sahip olan Nef'î, sıra dışı tavır ve davranışları, ölçüsüz söylemleri dolayısıyla sıkıntılı bir hayat sürmüş; acı tecrübelere rağmen çizgisini değiştirmemiş, sonunda dilinin kurbanı olmuştur.
Ölümü hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Vezir Bayram Paşa’yı hicvettiği için IV. Murat’ın izniyle boğdurulup denize atıldığı en yaygın görüştür. IV. Murat aleyhine yazdığı ya da düşmanlarınca kendisine isnat edilen ağır bir hicivden dolayı padişahına gazabına uğramış olduğu da rivayetler arasındadır. Padişahın son derece takdir edip koruyup kolladığı Nef’î'yi sırf Bayram Paşa’nın hatrına öldürtmediği makul görünmektedir. Fuat Köprülü ve Abdülkadir Karahan, IV. Murat aleyhinde yazılmış ve Nef'î'ye isnat edilen böyle bir hicve rastladıklarını belirtmişlerdir.
Eserleri:
1. Türkçe Divan: Nef‘î’nin bizzat tertip ettiği divanında kasideler ağırlıktadır. Saltanatına şahit olduğu padişahlara, devlet yetkililerine ve din adamlarına çeşitli vesilelerle kasideler sunmuştur.
2. Farsça Divan: Daha çok tasavvufî aşka dair şiirlerin yer aldığı eser şairin Fars dili ve kültürüyle ilgili birikimi açısından önemlidir. Divanda sekiz naat, sekiz kaside, bir terciibent, bir kıt‘a-i kebîre, yirmi bir gazel ve 171 rubâî bulunmaktadır.
3. Tuḥfetü’l-ʿUşşâḳ: Farsça divanda mevcut doksan yedi beyitlik bir kasideden ibarettir.
4. Sihâm-ı Kazâ: Şairin hicivlerinin yer aldığı bu mecmuada ince hayallerle bezenmiş; sanatlı, zekâ ürünü manzumelerin yanı sıra kaba sözler, itham, küfür gibi sıradan ifadeler de vardır. Tâhir Efendi ve Şeyhülislâm Yahyâ ile karşılıklı hicivleri zarif örnekler olarak kabul görmüştür. Nef‘î bu eserinde oldukça sade bir dil kullanmıştır.
Yergilere konu edilen kişiler arasında babası Mehmet Bey, devlet erkânından Gürcü Mehmed Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Ekmekçizâde Ahmet Paşa, Bâkî Paşa, Recep Paşa ve Halil Paşa; sanat çevresinden Nev‘îzâde Atâî, Kafzâde Fâizî, Uruszâde, Fırsatî, Mantıkī, Ganîzâde Mehmed Nâdirî, Veysî, Derviş Ali, Mehmed Bâlî, Tıflî, Riyâzî ve Azmîzâde Mustafa Hâletî yer alır. Eserde kaside, kıta ve terkibibent gibi değişik nazım şekilleri kullanılmış olmakla birlikte daha çok dörtlükler tercih edilmiştir.
KAYNAKLAR:
Türk Edebiyatı (İnternet Sitesi)
Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü (İnternet Sitesi)
Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü (İnternet Sitesi)
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İnternet Sitesi)