RÖPORTAJ
Giriş Tarihi : 05-09-2022 01:28   Güncelleme : 12-09-2022 18:48

Murat Karadağ: Babamı 'Petrol Fırtınası' Kitabını Yayınladıktan Sonra Öldürdüler.

Murat Karadağ: BABAMI 'PETROL FIRTINASI' İSİMLİ KİTABINI YAYINLADIKTAN SONRA ÖLDÜRDÜLER. 

Murat Karadağ: Babamı 'Petrol Fırtınası' Kitabını Yayınladıktan Sonra Öldürdüler.

MURAT KARADAĞ: BABAMI 'PETROL FIRTINASI' İSİMLİ KİTABINI YAYINLADIKTAN SONRA ÖLDÜRDÜLER. 

Tarih: 22.12.1973… Raif Karadağ, dünya petrollerinin şifrelerini otuz yıl süren titiz araştırmalarıyla ortaya koymuş hatta petrol için insafsızca kan akıtan emperyalist bazı ülkelerin gizli planlarını Türkiye’de dönemin cumhurbaşkanına ülke menfaatleri açısından sunmak istemişti.

Hazırladığı bu raporda Türkiye’nin elindeki milli servet petrolleri hakkında da oldukça gizli bir takım bulgulara ulaştığı biliniyordu. Ancak; hazırladığı raporu, dönemin Cumhurbaşkanı'na sunmak için Ankara’ya gittiğinde bir gece öncesinde, son derece sıhhatli bir şekilde kaldığı otel odasında esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulundu.

Petrol Fırtınası’nın yazarı merhum Raif Karadağ’ın oğlu Murat Karadağ ile tüm bu yaşanan süreci kitaplarını yayınlayan Truva Yayınları'nda konuştuk.

1968 yılında “Petrol Fırtınası” adlı kitabın ilk çıktığı yıllarda babasının sürekli ölüm tehditleri aldığını söyleyen Murat Karadağ; “Bir gün evde ders çalışırken çarşafın altında bir bıçak ve balta fark ettim. Babama sorduğumda birileri tarafından tehdit edildiğini bu yüzden korktuğunu belirterek, bıçak ve baltayı güvenlik gerekçesiyle sakladığını bana söyledi.” dedi. 

Truva Yayınları'nda gerçekleştirdiğimiz bu röportaj sonrası Truva Yayınları olarak Murat Karadağ'ı ulusal televizyon kanallarından ahaber'e de yayına çıkardık. O röportajın da videosunu ayrıca okurlarımıza sunuyoruz. 

İşte Truva Yayınları'nda gerçekleştirdiğimiz o önemli röportaj 

BABAMI' PETROL FIRTINASI' İSİMLİ ESERİNİ YAYINLADIKTAN SONRA ÖLÜMLE TEHDİT EDİYORLARDI. ANKARA' DA ÖLDÜRDÜLER. 

- Babanızı kaybettiğinizde kaç yaşındaydınız?

- Babam Raif Karadağ’ın ölüm haberini aldığımda 22 yaşındaydım. Ortaokul ve lise hayatımı babamla aynı odada o yazdığı tüm kitapların masasının tozuyla, dağınıklığı ile birlikte yaşadım.

Babam çok iyi osmanlıca bilirdi. Hem tercüme ederdi hem de yazardı. Bütün kaynak kitapları eski Türkçe idi. Bu yüzden tarihi çok iyi bilirdi. Bugün öğretilen yanlış tarihin tamamını aslında biliyordu. Gezmeyi, eğlenmeyi, spor yapmayı ve arkadaşlık yapmayı çok severdi. 

- Babanızın Petrole merakının aslı nedir?

- 1964 yılında dönemin Sanayi Bakanı Mehmet Turgut idi. Aynı yıllarda hatırladığım kadarıyla Deniz Baykal, petrolleri millileştirme davasına girmişti. Türkiye’de o yıllarda bir hareketlilik yaşandı. Bunun üzerine Sanayi Bakanı Mehmet Turgut rahmetli babamı Ankara’ya çağırdı. Telgrafını halen saklarım.

Babam daha sonra İstanbul’a döndüğünde bana dedi ki “Murat devlet bana bir görev verdi. Beni yakın bir zamanda petrollerle ilgili sahaları dolaştıracaklar. Bu konuda özel bir çalışma yapmamı istiyorlar.” Babam 15  bin kilometre yol yaptı.

Bu petrolleri millileştireceğiz ama nasıl? İşte babam Raif Karadağ bu sorularla yola çıktı… O çok milliyetçi bir insandı. Aylar sonra geri döndüğünde “Murat çok yanılmışız. Petrollerin millileştirilmesi mümkün değil…” dedi.

100 YILLIK PETROLÜMÜZ VAR

- Yani devlet, babanıza petrollerle ilgili araştırma yapması için görev mi verdi?

- Evet... 15 bin km yol sonrasında babam tüm bu yaşadığı olayları değerlendirerek petrollerin millileştirilmesi projesinin mümkün olamayacağını anlamıştı. Hatta tüm bu değerlendirmelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bazı milletvekillerine petrol konusunda brifing de vermişti.

Babam Raif Karadağ, petroller konusunda yaşadığı bir gerçeği de benimle paylaştı; “Bizim Türk petrollerinden işçinin birisi yaralanıyor. Bizim petrol bölgemizde bu adamı hastaneye götürecek araba yok. Birkaç yere telefon ediliyor ama nafile…

Amerikan şirketi haber alıyor birkaç dakika içerisinde özel bir helikopter bölgeye iniyor, yaralı Türk’ü alıp hastaneye götürüyorlar.

Söylediği şey yabancılar tarafından birçok kuyu açıldı, açılan kuyuların hepsi petroldür. Gelecek zamanda “tekrar açılacak” diye yine Amerika ve İngiltere tarafından hepsi kapatıldı.” Babam öleli 42 sene oluyor. Söylediği sözlerden biri de “Murat aslında 100 yıllık petrolümüz var.” 

- Babanız Raif Karadağ ölüm tehditleri mi alıyordu?

- Rahmetli babam 1968 yılında “Petrol Fırtınası” adlı kitabını baskıya verdi. Kitap çıktı ama o çok huzursuzdu. Çünkü sürekli ölüm tehditleri alıyordu. Ancak tehdit mektuplarının nereden geldiğini bilemiyorduk. Dünya devletlerinin neden bu kadar saldırdıklarını şimdi tekrar tekrar bu eseri okuduğumda aklım kesiyor.

Bakın “Petrol Fırtınası” adlı kitapta yazılanlar bugün aynen yaşanıyor. Petrolleri ele geçirmek için önceleri Irak işgal edildi. Şimdilerde aynı saldırı Libya, İran ve Suriye’ye yapılmıyor mu? Babamın İngiliz sefirleriyle birkaç münakaşaları olduğunu iyi biliyorum. İngiliz sefiriyle kitap ile ilgili de atıştılar “yazıların yanlış” diye...  Babam da “O zaman tekzip edin bende kanıtlarım” diye sert çıkmıştı.  Çünkü babam kitapta onlara çok sataşıyordu, İngilizlerin yaptığı oyunlarından dolayı.

Bir gün babamla sohbet ederken bana petrolle ilgili “Murat, hiç bir şey yapamayız. Dünyaya teslim olmuş bu petroller. Ne İran kalacak ne Irak kalacak. Hepsini tarihten silecekler.  Çünkü Amerika bu petrolü almaya mecbur. Japonya, Çin birçok ülke buna mecbur. En büyük trost Amerika...  Bütün sermaye Amerika’ da, ama arkadaki asıl ülke ise Amerika değil İngiltere’dir.”derdi. Bunun yanı sıra bir gün arabayla babamı öldürmek için ezmeyi denediler ama başaramadılar.

Benim babamla ilgili unutamadığım en derin ayrıntım; Bir gün evde ders çalışırken çarşafın altında bir bıçak ve balta fark ettim. Babama sorduğumda birileri tarafından tehdit edildiğini bu yüzden korktuğunu belirterek, bıçak ve baltayı güvenlik gerekçesiyle sakladığını bana söyledi. Başka bir günde nacak (küçük balta) gördüm. Kapının arkasında lobut (beyzbol sopası) vardı.

- Babanıza devlet tarafından Petrol araştırması haricinde de görev teklif edildi mi?

- Evet… 1964 senesinde babam gazeteciydi.  Süleyman Demirel’in babamı Ankara ‘ya çağırdığını biliyorum. Babam Ankara’ya gitmeden Demirel’in telgrafını da bana göstermişti.

Süleyman Demirel, babamı basın ateşesi olarak Yunanistan’a göndermek istemişti. Yaklaşık bir saat kadar konuşmuşlar. Demirel elinde bir tesbih ile babamın karşısında “ Bana yardımcı ol, seni basın ateşçisi olarak göndereyim.” demiş.  Babam ise bunu kabul etmemişti.

AİLE DOKTORUMUZ: RAİF KARADAĞ'I ZEHİRLEDİLER. 

- Babanızı ölmeden önce Ankara’ya kim davet etti ya da davetten de ziyade devlete sunmak için bir rapor mu hazırlayıp sunmaya gitti. Çünkü Ankara’ya görüşmeye gittiğinde otelde ölü bulundu. İşin aslını anlatır mısınız?

- Babamı Ankara’ya ilk Süleyman Demirel çağırdı. Pazar akşamı Ankara’ya gitti. Pazartesi günü Süleyman Demirel ile görüşmesi vardı. Aynı hafta içerisinde Perşembe günü de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile bir görüşme yapacaktı. 

Ankara’ya her gidişinde Ulus’ta bulunan ve şimdiki ismi “Yeni Otel” eski adı ise “Cihan Palas” da kalırdı. Otelde bulunan müdür dâhil olmak üzere herkes ile yakın dostlukları vardı. Cenazeyi almaya gittiğimizde otel müdürü bize “Murat bey, burada şüphelenecek bir olayımız yok. Biz onunla kardeş gibiydik. Anahtarı cebine koyar gider gelirdi. Biz kendisinden odasının anahtarını dahi istemezdik.” dedi.

Babamın cesedi üç gün sonra hizmetli tarafından odasında bulundu. Hizmetli babamı, yüzü dönük bir şekilde yatağında ölmüş halde görmüş.

Ölümündeki en ilginç şüphe ise baş ucunda babama ait olduğu iddia edilen kalp ilacı varmış. Ve bu ilaç içerisinden bir tane alınmış. Hatta ölüm raporunda “eski kalp hastasıdır “ ifadesi kullanılmış.

Ölümün neden şüpheli olduğunu şöyle ifade etmeliyim ki; Benim babam oldukça sağlıklı bir insandı. Kalp hastası olma ihtimali asla yok.

Eğer böyle bir şey olmuş olsa bunu en yakın oğlu olarak ben zaten bilirdim. Bırakın beni gazeteci en yakın dostlarından en kötü ihtimal birisi bilirdi. Her şeyi bir tarafa bırakın aile doktorumuz Yavuz Bey vardı.

Babamın ölüm raporunu Dr.Yavuz Bey’e götürdüğümde şok oldu. Çünkü kalp hastası olsa  aile doktorumuz ve 30 yıllık babamın yakın dostu Dr.Yavuz Bey “ Murat, babanla olan dostluğumuz bakidir. Kalp hastası olsa benim mutlaka haberim olurdu. Onun birileri tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü düşünüyorum. Çünkü ölüm tehditleri aldığını bana söylemişti.” dedi. 

Bende bunun üzerine olayı araştıran savcıdan babamın otopsi yapılmasını esas ölüm nedeninin aydınlatılmasını istedim. Ama yapmadılar. Savcıya herşeyi anlatmama rağmen savcı bana “Babanın öldürüldüğüne dair elinde bir ispat var mı?” diye garip bir soru sordu.

Yahu 22 yaşındayım. Polis değilim savcı değilim. Nasıl ispat edeyim. Bu iş polisin savcının işiydi. Konu hiçbir şekilde aydınlatılamadı.

ÖLÜMÜNE GAZETECİ DOSTLARI ÇOK ŞAŞIRDI

-Peki babanızın mesai yaptığı gazeteci meslektaşları olayı nasıl karşıladı?

- Babam Raif Karadağ’ın gazeteci dostları olayı öğrendiklerinde hepsi birden itiraz ettiler. Çünkü herkes babamın gayet sağlıklı olduğunu kalp hatası veya ilaç kullanıyor olsa mutlaka gazeteci dostlarından birininin bunu fark edeceğini söylediler.

Gazeteci Nejdet Sevinç’in İngiliz servisleri hakkında araştırması vardı. İngilizlerin geliştirdiği ve hiç anlaşılamayacak şekilde kalp krizi geçirten ilaçlarının olduğunu yazardı.

Bu ilaçlar kişiye enjekte edildikten sonra ölen şahsın kalp hastası olduğunu dahi ispat edecek ilaçların varlığını söylerdi.

- Babanız Raif Karadağ’ın ölüm haberini siz hangi ortamda aldınız?

- Acı haberi öğrendiğimde Nejat Uygur’un tiyatrosunu izliyordum. Tiyatro oynanırken adımı anonsla dinledim. İki sivil polis ve basından biri beni bekliyordu. Amcam da geldi ve biz ilk orda öğrendik. Atatürk’ün eski hazine bakanı Abdülkadir Renda’nın  kardeşi Cihat Renda benim eniştemin olur. Eniştem geldi ve  bizi alıp Ankara ‘ya götürdü. Sabahleyin savcıya çıktık.

Babam üç gün boyunca odasında ölü olarak kaldığından dolayı Savcılık ilk önce İstanbul’a defnetmeme karşı çıktı. Çok ısrar ettiğim için cenazesini eski bir arabaya koyup İstanbul’a getirdik. 1960 yılında Pendik’te Tekel’e ait tütün deposu babam Raif Karadağ’ın özel çabaları sonucunda yıkılarak yerine Pendik Camisi’nin ilk temelleri atılmıştı.

Pendik Camisi’ni babam Raif Karadağ yaptırdı. Ve babamı İstanbul’da defnetmeden önce cenaze namazını da Pendik Camisi’nde KILDIRDI. 

SÜLEYMAN DEMİREL'İN O DAVRANIŞI BENİ ÇOK ÜZDÜ

-Raif Karadağ’ın ölümünün ardından sizi başka üzen bir başka şey oldu mu?

- Süleyman Demirel’in davranışları… Çünkü rahmetli babam Süleyman Demirel’in ve aynı hafta da Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’dan gelen davet üzerine Ankara’ya gitmişti.

Ben bir gün Süleyman Demirel ile bir yemekte konuşma fırsatını yakaladım. Süleyman Demirel’in elini öpüp kendisine “Beni tanıdınız mı?” diye sordum. Demirel’in yanıtı “Hayır!” oldu.

Bunun üzerine “Ben Raif Karadağ’ın oğlu Murat Karadağ, babam şüpheli bir şekilde otel odasında öldü. Ben bu konuda olayın araştırılması için size iki kez mektup yazdım. Neden bana geri dönüş yapmadınız?” dedim. Bunun üzerine Süleyman Demirel bana hiç bir şey söylemedi. Ve sessizce çekti gitti...

-Raif Karadağ’ın otel odasında ölü olarak bulunması, onun meşhur kitabı Petrol Fırtınası’ndaki bir olay ile yakın benzerlik gösteriyor gibi... Çünkü kitapta, 1920 yılında Amerika Birleşik Devleti’ndeki Reis-i Cumhur Mr. Harding’in otel odasında esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulunuyor. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

- Haklısınız… Aslında bu olayın ayrıntısını babamın kaleme aldığı Petrol Fırtınası’ndan okumak gerekir…

BİR REİS-İ CUMHURUN ÖLDÜRÜLMESİ

1920 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nde Cumhuriyetçi Parti iktidarda idi. İktidar partisinin reis-i cumhuru ise, memleket politikasını gayet iyi bilen Mr. Harding idi. Petrol işleri ile biraz alakadar olanlar Cumhuriyetçi Parti’nin, seçim sıralarında masraflarının hemen tamamını Rockefeller’in kurduğu dev petrol tröstü Standard Oil’un karşıladığını bilirler.

Standard Oil bu bakımdan Amerika’nın iç ve dış siyasetinde büyük nüfuza sahiptir. 1920’lerde ise bu şirket, Amerika’nın dâhili ve harici siyasetini tamamen elinde bulunduruyor, kendi menfaatleri istikametinde rahatça sevkedebiliyordu. Seçimlerde Standard Oil’un desteklediği Cumhuriyetçi Parti adayı Dr. Harding, reis-i cumhur olur olmaz, ilk iş olarak bu tröstün idarecilerinden ve tröst içinde geniş nüfuza sahip olan Mr.Hugheus’u Hariciye Vekaleti (Dışişleri Bakanlığı) müsteşarlığına getirdi.

Bu tayin ile Standard Oil, bilfiil Amerika’nın harici siyasetinde söz sahibi oldu. O yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’ni Beyaz Saray değil, Standard Oil umumi merkezi Empire Building’te oturanların idare ettiğini söylemek, zannederiz ki büyük bir mübalağa değildir. 

Standard Oil, reis-i cumhur Harding’in yaşadığı 1923 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde hâkim-i mutlak ve Harding de bu tröstün bir icra vasıtası oldu. I. Dünya Harbi’ne Almanya tarafından adeta girmeye zorlanan ve meşhur Monroe Doktrini’ni terkeden Amerika Birleşik Devletleri, dünya siyasetinde tesirli bir unsur, kuvvetli-kudretli bir devlet olmak istiyor; fakat Standard Oil’in, kendi petrol menfaatleri istikametinde yaptığı müdahaleler ile buna muvaffak olamıyordu.

Bu müdahaleler, Amerika haricî siyasetinin zayıflamasına, hedefinden uzaklaşmasına, dolayısıyla reis-i cumhur Harding’in harcanmasına yol açıyordu. Bu müdahaleler, Amerikan seçmeni nazarında Cumhuriyetçi Parti’yi de zaafa uğratıyordu. Reis-i cumhur Harding her gün biraz daha zayıflıyor ve prestijinden kaybediyordu.

Nihayet, öyle bir an geldi ki Harding, Standard Oil’in müdahalelerine rest çekti ve sırtını bu dev tröste çeviriverdi. Ve... İşte bu andan itibaren, Amerikan reis-i cumhuru Harding kaderini bizzat kendisi tayin etmiş oldu. 

Standard Oil, büyük masraflar karşılığı iktidara getirdiği bir zatın birdenbire kendisine yüz çevirmesine ve dünya petrol siyasetindeki mevkisinden uzaklaştırılmasına göz yummak niyetinde değildi. Onun için, Harding’e tazyik etmeye başladı; fakat reis-i, cumhur şahsiyetini iktisap etmiş, bütün tazyiklere karşı koymuştu. Lakin, çok geç kalmıştı. Hem de öylesine geç kalmıştı ki kaderini değiştirmek için yapabileceği herhangi birşey kalmamıştı. 

Standard Oil, Amerika Birleşik Devletleri’ne, bütün köprü başlarına yerleştirdiği adamları ile tamamen hâkimdi. Reis-i cumhur Harding, Standard Oil’i, dünya petrol hâkimiyetine götüren yolda ya destekleyecek, Amerika devletinin ordusunu,
 donanmasını, hava kuvvetlerini bu tröstün siyasetine yardımcı kılacak yahut da kaderine rıza gösterecekti. 

Reis-i cumhur Harding, Standard Oil’den gelen önceleri uzlaştırıcı, sonraları tehditkâr teklifleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin menfaatlerine aykırı bulduğu için reddetmişti.

Bu vadide yapılan bütün açık ve gizli müzakereler, bütün gayretler neticesiz kaldı. Harding, Standard’a karşı dayatmış ve son sözünü söylemişti: Artık petrolcülere hizmet etmeyecekti. Reis-i cumhur Harding’i böyle bir direnmeye sevkeden sebeplerin dayandığı temelleri tamamen tesbit etmek mümkün değildir. Fakat, yukarıda Standard’ın, izahını yaptığımız müdahale ve tazyiklerinin bu direnmede büyük payı olduğunu da gözden uzak tutmamak icap eder.

Her ne olursa olsun Harding’in kararının ve kararını devam ettiren mücadelelerinin kendisine pek pahalıya mal olduğu da bir gerçektir; zira, bu mücadele sonunda Harding, mağlup olmakla kalmamış, hayatını da kaybetmiştir. Reis-i cumhur Harding, direnme kararını verdikten, Standard’a sırt çevirdikten sonra Amerika’nın iç ve dış siyasetlerinde esaslı değişiklikler yaptı.

Harding’in yeni siyaseti, İngiltere ve Avrupa devletleri ile dostâne münasebetler kurmak esasına dayanıyordu. Bilhassa, İngiltere ile ihtilaf yaratması muhtemel meselelerde çok dikkatli ve titiz davranıyordu. Standard Oil, reis-i cumhurun yeni siyaseti karşısında, dünya petrol hâkimiyetinin elden çıktığını görünce, reis-i cumhura karşı gayet sert, fakat gizli bir mücadeleye karar verdi. Standard’ın açtığı bu mücadele cidden korkunçtu. Reis-i cumhurun aleyhine başlatılan neşriyat, halk efkârı üzerinde çok geçmeden tesirini gösterdi. 

Harding, sanki her taraftan çember içine alınmıştı. Etrafındaki itimat ettiği, güvenilir kimseler her gün biraz daha azalıyor ve kendi tabiri ile “etrafını bir ihanet şebekesi” sarıyordu. Amerika reis-i cumhuru o hâle gelmişti ki, etrafında bulunan insanlardan sıkılıyor, onlardan kaçıyor, âdeta inzivaya çekilmek ister gibi bir tavır takınıyordu.

Her gün artan bu tazyikler karşısında reis-i cumhur Harding biraz daha bunalıyordu. İş o hâle geldi ki Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük insanı, Washington’u bir müddet için terketmeye ve bütün bu tazyiklerden ve etrafındaki hasım telakki ettiği insan çemberinden kurtulmak ister gibi, hatta hiç kimseye haber vermeden uzaklaşmaya, hiç olmazsa bir müddet dinlenmeye karar verdi. Reis-i cumhurun gittiği yeri hemen hiç kimse bilmiyordu; tabii birkaç yakını müstesna. Bu birkaç yakından bir tanesi Ayan azası Daughtery idi. Harding’in, Standard Oil’un icra vasıtalarından birisi olan bu zatın bizzat tayin ettiği bir mahalle gittiği sonradan öğrenilmişti.

Başkan, Birleşik Devletler’in kuzeyine istirahat etmeye gitmişti; fakat, bu gidiş onun sonu oldu. Reis-i cumhurun yeri öğrenildikten bir-iki gün sonra, Amerika’daki haber ajanslarının, gazetelerin telefonları harıl harıl çalıyor, telgraflar dünyanın en uzak memleketlerine meşum bir haber ulaştırıyordu. Bu haber, Amerika reis-i cumhuru Harding’in ölüm haberi idi. Reis-i cumhur neden ölmüştü? 

Gerçi ecelin önünden hiç kimse kaçamazdı; fakat, bu zamansız ölüm de normal kabul edilemezdi. Ajanslar ve gazeteler her ne kadar Harding’in ani ölümünün zehirli bir böcek ısırmasından ileri geldiğini resmî açıklamaya uyarak bildirmiş ise de, ölüm sırasında başkanın yanında Standard Oil petrol tröstünün ileri gelenlerinden birisi olan Daughtery’nin bulunması birçok söylentilere yol açmıştı. Bu ithamlar karsısında ise Daughtery susmayı tercih ediyordu; fakat, bu arada sesini çıkaran ve dünya efkâr-ı umumiyesine duyuran birisi vardı. Bu ses, müteveffa başkanın karısının sesi idi ve itham ediyordu.

Hakikaten Mrs. Harding yaptığı bir basın toplantısında, resmî makamların başkanın zehirli bir böcek tarafından ısırılması sonucunda öldüğünü teessürle bildirmiş olmalarını şiddetle reddetmişti.

REİS-İ CUMHURUN KARISI HANGİ MÜESSESELERDEN BAHSEDİYORDU? 

Mrs. Harding, resmî makamların bu sözlerini reddetmekle de kalmamış, ortalığı velveleye veren bir ithamda da bulunmuştu. Bu ithama göre, kocası zehirli bir böcek tarafından ısırılıp ölmemiş, kendilerine alet olmak istemediği birtakım müesseseler tarafından zehirletilmek suretiyle öldürülmüştü. Bu iddia korkunçtu. Müteveffa reis-i cumhurun karısı hangi müesseselerden bahsediyordu? 

Sarih olmamakla beraber, Harding’in karısının kapalı bir şekilde itham ettiği müessese, kocasına reis-i cumhurluk kapılarını açan tröst, yani Standard Oil idi. Fakat, ne gariptir ki, ortaya atılan bu iddiaya ve ölenin Amerika Birleşik Devletleri reis-i cumhuru olmasına rağmen, herhangi bir aksü’l-amel görülmedi.

Resmî makamlar, Amerika Birleşik Devletleri Adliye Bakanlığı sanki bu iddiayı duymazlıktan geldi ve hiçbir harekette bulunmadı. Bu suretle, petrol için ölen meçhul milyonların yanına bir de reis-i cumhur ilave edilmiş oldu.”

- Raif Karadağ’ın MHP’nin ilk parti ismi olan Milliyetçi Köylü Partisi’nin ilk tüzüğünü yazan kişi olduğu doğru mu?

- Evet..Rahmetli babam Raif Karadağ, MHP’nin ilk ayağı olan Milliyetçi Köylü Partisi’nin kurucularındandır. Bu partinin teşkilatı ilk kez Cağaloğlu’nda ufak bir yerde kurulmuştu. Rahmetli Alparslan Türkeş, babam Raif Karadağ’ı çok severdi. Şimdi Milliyetçi Köylü Partisi kendisini daha iyi geliştirdi ve adını MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) olarak değiştirdi. Zaten şimdiki MHP’nin tüzüğü de yine babamın hazırladığı o tüzüktür.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi