ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 01-05-2023 19:04   Güncelleme : 01-05-2023 19:11

Melek ve Şeytan / Gülçin Granit

Yazan: Gülçin Granit -MELEK ve ŞEYTAN

Melek ve Şeytan / Gülçin Granit

MELEK ve ŞEYTAN

“Aşk; bir körün, bir sağıra seni seviyorum demesi miydi?”

Kadın hatalarına dolanıp yatağına girdi. Bacaklarını paslı bir makas gibi açıp yorganın üstüne attı. Bukle bukle saçları yastığın yanına aktı. Duvarda asılı duran boy aynasına baktı. Gözlerine, burnuna, ağzına, bedenine… En çok da gözlerine! 'Ben kimim?' diye düşündü. Bir gün melek… Bir gün şeytan… Gerçekte hangisi olduğunu düşündü durdu. Gözler ne zaman yalan söylemişti? Şimdi yine doğruyu söylüyordu. Göz aklarındaki kızarıklıklar bir balık gibi dönüyor, sen günahkârsın diye bağırıyordu. Yüzü kızardı, elleri titremeye başladı. Tüm bu düşüncelerinin aksine inatla, yerinden kalkıp aynayı hohladı ve üstüne hemen bir melek resmi çizdi. İçindeki savunmasız meleği…

Bir kafa çizdi, bir beden sonra, iki kanat taktı sırtına. Kendine benzettiği meleği içinde aradı. Sahi kadının melek olmaya yetecek kadar iyiliği var mıydı? "Hah!" deyiverdi iyiliklerini bulmaya çalışırken. Merkezde bulunan Büyük Ulu Camii’ni hatırladı. Her Cuma evsiz, sokakta yaşayan insanlara yardım kampanyası düzenlenirdi. Cami içine boydan boya muşambalar serilir, insanlar orada soyunur dökünürdü. Gönüllü berberlerin ellerinden saç ve sakal tıraşı olunurdu. Abdesthaneye geçildiğinde ise, sonradan monte edilen duşlarda banyo yapmaları sağlanır ve üstlerine çevreden toplanmış temiz kıyafetler verilirdi.

Kadın her Cuma yemek pişirip evsizlere servis yapar, maaşının bir bölümünü onlar için ayırırdı. Aynaya bir de erkek melek çizmeliydi, berber Murtaza’yı. Unutulmaması gereken bir de imam vardı. Bütün organizasyonu gerçekleştiren imam Buğra. Onu da çizdi baş melek olarak. Her Cuma görünmeyen kanatları böyle takıyordu sırtına. 

Elleriyle aynanın buğusunu sildi, yeniden hohladı. Parmağını uzatıp bir kafa çizdi, iki boynuz kondurdu başına, misket gibi gözler taktı kaşına. Bedeni aşağıya doğru çekip, Alaattin’in cini gibi uzattı şöyle yan tarafa. Şeytan da tamam olmuştu. İçindeki şeytan, kahrolası şeytan! Gözü kör olası şeytan! Boynuzları kırılasıca şeytan! Savunmaya hazır, kılıcını da çizdi. Artık tüm kötülüklere hazırdı.

Kadın, Buğra’ya olan aşkını düşündü. Karşılıksız olsa bile aşkını düşündükçe içi titriyor, kalbi inceden sızlıyordu. Ona âşık olduğundan beri gri renklerin yüzüne bir kan gelmişti. Kanındaki hücreler hızlı hızlı titriyor, ateşi yükseliyordu. Yüzü kızarıp, kalp atışları hızlanıyordu. Ne günler biriktirdi içinde "Her gün Cuma olsun." diye. Tarifi imkânsız bir aşkla seviyordu Buğra’yı. İstiridyedeki inci gibi, kayayı saran yosun gibi, denizin kumsalı öpmesi gibi, suya hasret çöl kadını gibi, kuşların gökyüzüne uçması gibi seviyordu Buğra’yı. Sevdasının önünde secde ediyordu. Aşk bir körün, bir sağıra seni seviyorum demesi miydi? Bu karşılıksız aşk kadının ümidini kıracağına her geçen gün içinde daha bir büyüyordu. Kocasının ölümüyle köreldiğini sandığı kadınlık duyguları baş vermiş, doruğa çıkmıştı. İçindeki yangını nasıl söndüreceğini bilemedi.

Ah! Bir de sevdiği adamdan karşılık görebilseydi. Karısından mı çekiniyordu yoksa? Buğra, kendisine birazcık ümit verseydi. "O da beni sever miydi? Kim bilir?" diye düşündü durdu. Buğra boş yere başını kaldırıp bir kere bakmamıştı yüzüne. Yarın cumaydı, haftalık yardım paralarını topladı. Tüm meblağı Şipşak Neco’ya verip, erzak alması için onu pazara göndermeliydi. Geçen haftayı hatırladı.

Yemekler hazırlanırken Buğra’nın elinin eline değişini anımsadı. İçi titredi. İrkildi… Buğra sert bir hışımla çekmişti elini kadından. İmam adeta sessiz sözcüksüz, hal diliyle bir kere de konuşmuş; 
“Git başımdan, karıma aşığım ben. Seninle işim olmaz” demişti.

Uzun süredir biriktirdiği günahlarını düşündü sonra. Bir kadının, bir kadına yaptığı acımasızlığı mesela…  Kocası yaşasaydı, kendisini başka bir kadınla aldatmak istemeyeceğini düşündü. Bir erkeği yoldan çıkartmaya çalışmayı, karşı tarafın çocuklarını babasız bırakmayı göze almanın hayasızlığını düşündükçe insanlığından utandı. Tüm bunlar şeytanın işi değildi de neydi? Aynada çizdiği şeytana uzun uzadıya baktı, sonra bir de kendine. Bezelye filizi gibi içine doğru kıvrıldı sonra. İçindeki şeytanlıkları bir bir izledi aynada. Utandı, kızardı 'bu piltonik sevdadan vazgeçmeliydi, bu günahlardan arınarak tövbe etmeliyim.' diye düşündü. 

Hızlı bir el hareketiyle aynanın üstündeki şeytan siluetini de sildi. Ne melek ne şeytan olmak istiyordu. Önemli olan hatalardan dersler çıkartmak ve kendini tanımak olduğunun idrakine varmıştı. O her şeyden önce kendine inan ve güvenen bir kadındı. O her zaman kendi direksiyonunu kendi kullanandı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi