KUMSAL
Dalgalar şimdiye değin kaç ayak izi silmişti? Ya da denizin sırları arasına kaç yürek izi saklanmıştı?
Kim sayabilirdi ki maviliğinde susturulmuş gözyaşlarını?
Ama söz vermişti. Bu kez onsuz yürüyecekti gün batımına…
Yoğun bakım servisinin kapısından çıkacak dokturu beklemek, ondan alabileceği umut dolu haberde dinlenebilmek için saatlerdir ayakta bekliyordu. Eğer kenarda duran banka oturursa “Yorgunlukla kendimden geçerim, sonra da doktoru kaçırırım.” düşüncesiyle uzun süredir olduğu yerde geziniyordu. Servis kapısının iç dağlayan her açılış sesinde yerdeki seramikleri saymaktan yorulmuş gözlerini kapıya yönlendiriyordu.
Başka başka üzüntüler, sevinçler ilgisini kaybetmişti onun için. Beklenti ve zaman ikileminin, olumlu ya da olumsuz süzgeçleri içinde kendince bir çıkış yolu bulamamanın verdiği tarifsiz yorgunlukla dizleri üzerine çöktü. Yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. İçinde oluşan tüm depremlerden arta kalanla bekleyecekti.
“Hayatım ne bu halin? Kaldır yüzünü yerden, bak ben geldim!”
İçini ferahlatan ılık sesle tezat bir görsel oluşturan şaşkın gözlerle karşısına duran adama baktı. Tüm vücudu sanki onu terketmişti. Korku ve sevinç aynı anda tarif edilemeyen duygu seline dönüşmüştü… Ona sarılırken kontrol edemediği titreyen sesiyle:
"Ama nasıl oldu? Sen yoğun bakımdaydın.
Nasıl çıktın, iyi misin?” derken saçmaladığını farketti. Olmuştu işte. Karşısında dimdik duruyor, ona sarılıyordu. Koridorun duvarlarında belirginleşmeye başlayan papatyalar, ayaklarının aldında yeniden umut dolu fallara dönüşüyordu.
"Şükür, bitti. Hadi o zaman, bir an önce burdan çıkalım… Çok yorgunum…” diyerek adamı kollarından çekiştirmeye başladı.
Adam:
"Biliyorum hayatım. Çok yoruldun çok yıprandın… Ancak ben şu an gelemem. Bir süre daha burada kalmam gerek. Sen tek başına gitmelisin.” diyerek olduğu yerden kıpırdamadı.
"Neden, iyisin işte? Sebep ne, neden sensiz gideyim… Burdayım, beklerim. Sensiz yürümeye alışmadım ki ben. Alışmak da istemiyorum! Buradayım. Bekliyorum…” derken adama yeniden sarıldı.
Adam gülümseyerek:
"Yalnız gitmeyeceksin ki…
Ben hep senin yanında olacağım. Baktığın her yerde, yürüdüğün her yolda, ıslandığın her yağmurda seninleyim. Korkulu gecelerinin aydınlık yüzü olarak kalacağım. Hem burada benim için yapabileceğin hiçbir şey kalmadı. Yoruldun, yıprandın.
Ama içindeki çocuğumuzu da düşün… Bizim en güzel yanımız o. İzin ver kendine. Ve söz ver, sen ben ve çocuğumuz, yine yürüyelim güneşi batırdığımız sahilde… Kolunda olmasam da ayaklarını ıslatan dalganın köpüğüyle okşayacağım tenini. Lütfen bekleme. Oluru yok. Olsa gelmez miyim?”
İstemiyordu gitmek, onu hastanenin bilinmezliğinde bırakmak istemiyordu. Yine de kendini zorlayarak,
"Söz." dedi.
“Hanımefendi, hanımefendi!”
Uzaklarda başlayan ses kendine ulaştığında gözlerini araladı. Beyaz kıyafetiyle karşısında dikilen hemşireye bir bakış attıktan sonra çaresizce etrafını araştırdı.
Sonra "Eşim nerede, nereye gitti? Az önce buradaydı. Konuşuyorduk… Hiç haber vermeden gitmezdi ki!” diye kendi kendine konuşmaya başladı. Hemşirenin yüzü allak bulak olmuştu. Ona verebilecek uygun bir cevap bulamanın acısı gözlerine yansımıştı. Yine de çaresizce cevapladı.
“Sanırım az önce rüya görüyordunuz. Eşiniz hâlâ yoğun bakımda. Durumu hassasiyetini koruyor… Doktor size her şeye hazırlıklı olmanızı iletmemi istedi." diyerek kaçarcasına yanından uzaklaştı.
Her şeye hazır olmak..
Gidenin gittiğinden bile haberi olmamasına karşılık, geride bırakılanın onun yokluğunda, onunla yaşamayı öğrenmesi bu kadar kolay mıydı? Her gece yataktaki boşluğuyla karanlığa dalmak, riyakâr rüyaların bencilliğiyle uyandığı sabahlara eksik gözlerle bakmak. Alışılabilir miydi?
İki kişilik kahvaltı masasında tek kişilik çayı yudumlarken perdeyi oynatan rüzgârın kokusunda saçlarından işaretler aramak, hep sıkıca sarıldığı elin artık çaresizce iliştirildiği bir cepteki uyuşukluğuyla baş başa kalması tarif edilebilir miydi?
Her şeye hazır olmak nasıl bir şeydi?
Ağlamak en kolay olandı. Ancak hangi gözyaşı gidenin tenine değebilirdi? Bir araya gelip deryaları doldursalar, ödünç olarak tek bir nefes olabilirlerdi. Acı çekmek, acıyı sırtlanıp doğacak bebelerinde yeniden gülümseyen umutlara dönüştürebilmek elinde kalan tüm varsıllığıydı. Böyle olmalıydı.
Güneş her günkü o telaşsız batımına doğru yürürken sahile vuran minik dalgaların ayaklarına hediye ettiği tanıdık ürperti ve içinde şekillenmeye başlayan minik bebenin tekmeleri ana eşlik ediyordu. Dudaklarında beliren ılık tebessümle ardında bıraktığı izlere baktı.
Kayboluyorlardı. Karnını okşadı.
Biliyordu.
Kısa bir süre sonra izleriyle sarmaş dolaş olacak minik izler sabahı bekliyordu.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz.
Görsel: Nevin Bahtışen