KÜÇÜK BİR DÜNYA, DERİNLERDEKİ FIRTINA
Küçücük elleriyle dünyaya tutunmaya çalışan bir çocuk var. Gözleri masum, yüreği kocaman ama dünya ona ağır geliyor. Her sabah, evin içindeki fırtınaların gölgesinde uyanıyor. Annesiyle babasının bitmek bilmeyen kavgalarının, abisinin öfkesinin ortasında kayboluyor. Büyüklerin ağır sözleri, “Senden adam olmaz,” diye yankılanıyor kulaklarında. Küçük yüreği, bu sözlerin altında eziliyor, “Beni niye sevmiyorlar?” diye soruyor kendi kendine. Ama cevaplar, o minik aklının labirentlerinde kaybolup gidiyor.
Okul servisine koşarak binerken, yüzünde bir umut ışığı beliriyor. “Belki de okul, bu kaostan kaçışım olabilir,” diye düşünüyor. Ama okulun soğuk koridorları, sınıfın sıkıntılı havası, onu yine boğuyor. Arkadaşının keskin sözleri, zaten dolup taşan bardağını taşırıyor. “Siktir git!” diye haykırıyor, içinde biriken öfkeyle.
Öğretmenin “Özür dile!” emriyle karşılaştığında, çocuk inatla “Hayır!” diyor. “Dilemeyeceğim,” diyor, çünkü yüreğindeki adalet terazisi ona haklı olduğunu söylüyor.
Eve dönüş, yine bir savaş alanına dönmüş. Annesinin ilk fırçası, kapıdan girer girmez yüzüne çarpıyor. Akşam yemeği, zehir gibi boğazından geçiyor. Babasının fırçası, yüreğindeki acıyı daha da derinleştiriyor. “Madem beni sevmeyecektin, neden beni doğurdun?” diye haykırmak istiyor, ama sesi duvarlara çarpıp geri dönüyor.
Dedesinin sıcak kolları, ona dünyadaki tek sığınağı gibi geliyor. Dedesi, onun küçük dünyasına giriyor, oyunlar oynuyorlar, sırlar paylaşıyorlar. Dedesi, torununun acısını gözyaşlarıyla yıkıyor, ama çocuk bunu görmüyor. “Bu sırları kimseye söyleme,” diyor çocuk, çünkü biliyor ki, bu sırlar dışarı çıkarsa, fırtına onu daha da sert vuracak.
Evet, bu devirde çocuk olmak zor. Ama unutma, her karanlık gece, mutlaka aydınlığa kavuşur.