KELEBEKLER KANATLARINI GÖREMEZLER
Ayla; sabahın erken saatlerinde gözlerini açtığında, gecenin karanlığında gördüğü rüyayı hatırladı. Küçücük bir tırtıl, kocaman bir aynanın önünde duruyordu. Aynanın diğer tarafında ise, rengârenk kanatlarıyla devasa bir kelebek, tüm ihtişamıyla parlıyordu. Tırtıl şaşkınlıkla aynadaki görüntüsüne bakarken; "Bu da kim? Annem mi acaba?" diye düşündü. Sonra bir an duraksadı; "Yoksa ben miyim?" diye fısıldadı kendi kendine.
O an, birdenbire uyandı Ayla. Göz kapaklarını araladığında, rüyanın etkisi hala üzerindeydi. Odasının loş ışığında, rüyanın her bir detayını yeniden yaşadı. Tırtılın şaşkınlığı, kelebeğin ihtişamı... Hepsi zihninde canlıydı.
Ayla, uzun süre rüyanın etkisinden kurtulamadı. Kendini bir tırtıl gibi hissettiği zamanlar olmuştu; küçük, kırılgan ve belirsiz. Ama aynı zamanda, içinde bir yerlerde rengârenk kanatlara sahip bir kelebeğin varlığını hissediyordu.
Ayla, balkona adım attığında sabahın ılık esintisi yüzüne çarptı. Yeni gün, çiçeklerin ve ağaçların taze kokusuyla ona; “merhaba” diyordu. Kahvaltı yapma isteği yoktu içinde. “En iyisi kendime bir kahve yapayım,” diyerek mutfağa yöneldi. Kahvenin mis gibi kokusunu içine çeke çeke, fincanda köpürmesini izledi. Kahvesini eline alıp tekrar balkona döndüğünde, koltuğuna oturdu ve derin düşüncelere daldı.
Elinde sıcak kahvesiyle eski günlerin kapısından içeri giriyordu. Beş yıl önce kaybettiği eşi aklına geldi... "Sensiz yaşayamam," dediği adam şimdi yoktu ama Ayla hala yaşıyor, gülüyor, yiyor, içiyor ve geziyordu. Zaman ve sabır hangi yarayı sarmamıştı ki?
Hakan'ı düşünürken artık gülümseyebiliyordu “En çok gülüşümü severdi” diye mırıldandı. Hakan'ı kaybettiği gün, bir de yemin etmişti: "Senden başkası tutmayacak bu elleri." Bu yemin, zamanın akışında bile değişmemişti.
Balkonda otururken, etrafındaki doğanın huzurunu hissetti. Kuşların cıvıltısı, hafif esen rüzgârın yapraklarda oluşturduğu hışırtı ve güneşin yavaşça doğuşu, ona hayatın devam ettiğini hatırlatıyordu. Her yeni gün, yeni umutlarla doluydu. Ayla, bu düşüncelerle bir yudum kahve aldı ve gözlerini ufka dikti. Geçmişin acıları, geleceğin umutlarına karışıyordu.
Ayla, önünden zarifçe süzülen bir kelebeği izlerken rüyasını tekrar hatırladı. Bu kelebek, bugün onun zihninde derin anılar uyandırıyordu. Arif'i düşündü. Aradan yıllar geçsede eşinin acısıyla başa çıkamayınca kimseye haber vermeden Ayvalık'a giderek, orada şirin ve sakin bir ev kiralamıştı.
Ayvalık'ta Arif ile tanışmıştı. İlk karşılaşmaları, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denizin tuzlu kokusunu içine çekerken olmuştu. Aralarında çok güzel bir dostluk ve sevgi gelişmişti. Ayla, Arif'e bağlandığını hissetmeye başlamıştı ve bu duygular onu korkutuyordu. Bir yandan geçmişin yaralarını sararken, diğer yandan yeni bir sevginin filizlendiğini hissetmek karmaşık duygulara sürüklüyordu onu.
Geçirdikleri güzel ve tatlı anıları düşünürken, içinde kozasında sakladığı kelebeğin uyanacağını hissediyordu sanki. Arif'in sıcak gülüşü, nazik konuşmaları ve onu anlama biçimi, Ayla'nın kalbindeki donmuş bölgeleri yavaşça eritiyordu. Ayla, bu duyguların farkına vardıkça, rüyasındaki kelebeğin kendisi olduğunu anlamaya başlamıştı.
O an, elinde kahvesiyle balkonda otururken, içinde yeni bir umut filizlendi. Geçmişin acıları, geleceğin belirsizliği arasında bir denge buluyordu. Hayat, ona yeni kapılar açıyor ve bu kapılardan geçmeye hazır olduğunu hissediyordu.
Ayvalık'taki o sahil kasabası, Ayla için bir masal gibiydi. Her sabah denizin kokusuyla uyanmak, akşamüstleri zeytin ağaçlarının gölgesinde yürüyüş yapmak, Arif'in yanında huzur bulmak... Tüm bunlar sanki bir rüyanın içinde yaşıyormuş gibi hissettiriyordu ona. Ta ki!..
Bir gün, Arif ile sahil boyunca yürüyüş yaparken kayalıklara tırmanmışlardı. Ayla, kaygan bir taşın üzerinde dengesini kaybettiğinde, Arif'in sesi yankılandı kulaklarında "Uzat elini, Ayla!" Bu basit cümle, büyüyü bozmuştu. Ayla tereddüt etti, "Uzatamam, olmaz!” Arif ısrarla, "Uzat Ayla, ne olacak, bir el değil mi?" dedi.
Ayla'nın aklından bir an için çok şey geçti. "Bir el değil ki benimki," diye düşündü. "Yüreğim elimdeydi." Arif'in elini tutmak demek, geçmişini, kaybettiği eşini, verdiği yemini unutmak demekti. Bu elleri başkası tutmayacaktı. Arif'in uzatmış elini tutacakken, içinde kopan fırtınalarla, bir an bile tereddüt etmeden geri çekmişti.
Hiçbir şey demeden, veda bile etmeden, gece yola çıkmıştı Ayla. Arif'e sadece bir mektup bırakarak. Mektupta, hislerini ve neden ayrılmak zorunda olduğunu açıklamaya çalışmıştı. "Sevgili Arif!” diye başlamıştı mektup. "Bu satırları yazarken kalbim ağır, ellerim titrek. Senden kaçmak değil, kendimden kaçmak. Sana elimi veremedim çünkü yüreğim hala geçmişin derinliklerinde kayıp. Seni kırmak istemedim ama kendi yaralarımı da senin üzerine yükleyemezdim. Umarım bir gün beni anlayabilir ve affedebilirsin."
Ayvalık'tan ayrıldıktan sonra, Ayla uzun süre kendini toparlayamadı. Yüreğindeki kelebek, tekrar kozasına çekilmiş, kanatlarını açmak için doğru zamanı bekliyordu.
Ayla, Arif'in ne durumda olduğunu merak ediyordu. "Kesinlikle çok kırılmıştır. Belki de unutmuştur beni," diye kendi kendine konuşuyordu; “Kızım, seni mi bekleyecek?"
Ayvalık'tan Ankara'ya döndüğünde, yarım kalan tedavisini tamamlayarak arkadaşlarının desteğiyle geçmişin yaralarını iyileştirmeye başlamıştı. Ve yeni bir hikâye için kendini hazır hissediyordu. Zaten içindeki bu düğümü çözebilmek için dönmüştü çok sevdiği şehrine.
"Yine gideceğim Ayvalık'a. Unuttuysa bile özür dilerim en azından" diye düşündü. Hemen arkadaşlarını aradı; "Hazırlanın kızlar, yola çıkıyoruz. Bu defa habersiz değil, sizinle gideceğim," derken heyecan içindeydi. Ertesi sabah hemen yola çıktılar. İçindeki tırtılı kıpır kıpır, kozasında beslemişti. Kelebekler, o muhteşem kanatlarını görmezlermiş. Ben kanadımı göremediğim için, önüme yeniden hayata başlama fırsatı sunulmuşken, yeni büyüyen tırtılı kelebek olmadan öldürmüştüm. Kanatlanıp uçacakken... Rüyamda bu yüzden kanatlarımı gördüm. Şimdi uç bakalım Ayla...
Yol bitmek bilmiyordu. Arkadaşları; "Telaş etme, bekliyordur seni” deseler de Ayla; ümit ve ümitsizlik arasında gidip geliyordu. Ayvalık'a geldiklerinde, hemen küçük evini görmek ve arkadaşlarına göstermek istiyordu. Evin önüne gelince, çiçeklerin bile hala canlı olduğunu görünce şaşırdı. Hemen ev sahibini aradı. Ev sahibi; “Geliyorum, bekleyin lütfen" dedi ve beş dakikaya geldi. Elindeki anahtarı uzatarak; “Ev sizindir. Arif ödedi kirasını ve her türlü bakımını kendisi yaptı. Bir de posta kutusuna size mektup bırakmış” deyip gitti.
Ayla, heyecanla içinde posta kutusuna koştu ve zarfı yırtarcasına açtı. Okumaya başladı:
"Sevgili Ayla, senin bir gün geleceğini biliyordum. Sen benden gittiğini sandın ama ben senden gitmemiştim. Ömür boyu sürse de bekleyecektim. Şimdi evine gir ve beni bekle. Memlekette işlerimi halledip döneceğim. Hiçbir şeyden korkmadım, yüreği elinde olan bir kadının elini tutmaktan korktuğum kadar. O ellerin ömürlük bende ve güvende. Hoş geldin yüreğime... Arif"
Ayla, mektubu okurken gözlerinden yaşlar süzüldü. Evin kapısını açtı, arkadaşlarıyla birlikte içeri girdi. Arif’in bıraktığı sıcaklık her köşede hissediliyordu. Arif’in döneceği günü sabırsızlıkla beklerken, geçmişin gölgelerinden çıkmış geleceğe umutla bakıyordu. Rüyasında gördüğü muhteşem kanatlar rengarenk günleri işaret ediyordu.
Editör : Nevin Bahtışen