HAMİYET
Son birkaç soruyu da bitirdikten sonra tam yatmaya hazırlanıyordum ki annemin nahif sesi gecenin sessizliğini bozmuştu:
- Hamiyet, yat artık kızım. Mumu da söndür. Bitti mi dersin? Bitmediyse yarın hafta sonu, gündüz gözüyle bitirirsin.
- Tamam anne, yatıyorum.
Seviyordum mumun loşluğunu. Bizim buralarda elektrik kesintisi çok oluyordu. Çoğu zaman mum yakıyorduk. Annem markete gittiğinde uzun ince mumlardan bayağı alıyor, stok yapıyordu. Dersimi erken bitirdiğimde günlüğüme bir şeyler karalıyordum. Uzun yıllardır yazıyordum.
Kış çok sert geçiyordu bizim buralarda. Kar ve tipiden çoğu zaman elektrikler kesiliyordu.
Biz iki kardeştik, bir de ablam vardı, Saliha.
O, benden bayağı büyüktü; üniversiteyi bitireli epeyi olmuştu.
Biz ablamla aynı odada kalıyorduk, yan yanaydı yataklarımız. Bazen gece hiç uyumuyor, sabaha kadar fısır fısır sohbet ediyorduk. Annem, "Artık yatın!" diye kapıya vurunca mumu söndürüp uyuyorduk. Annem hep tembihlerdi: “Sakın ha, mumu söndürmeden uyumayın! Mazallah minicik bir dalgınlığınızda evi yakarsınız. Bak, Müyesser teyzen mumu söndürmeden uyuyunca; bir anlık dalgınlıkla uykuya dalıp evi yakıvermişti.
Son anda uyandırmıştık ama evin her yeri yanmıştı. Allah'tan canına bir şey olmadı ama mal canın yongasıydı. Altı ay yakınlarının yanında kalmışlardı. Sonrasında hayırseverler toplanıp bir prefabrik ev yaptırmışlardı.”
Bu arada ben Hamiyet, lise son sınıftayım. Annemin deyimiyle süslü kızıyım. Belime kadar uzun sarı saçlarım var. Gözlerim renkli. Babannemin de gözdesiyim. Tabii ne sandınız, onun adını vermişler bana. El bebek, gül bebek büyümüşüm. Derslerim de çok iyi. Okulda bir çocuktan hoşlanıyorum. Aynı mahallede ve aynı okuldayız. O da beni seviyor, “Hamiyet, okulları bitirelim; ben seninle evleneceğim.”Babam marangoz ustası.
Çok güzel eşyalar yapıyor, onlara ruh veriyor. Bizim eve de mutfak masası ve sandalyeleri yaptı. Martın en soğuk günleriydi, kar ve tipiden göz gözü görmüyordu. Mahallenin elektrik telleri kopmuştu. Artık kaç günde arıza giderilir hiç belli değildi. Marketlerde mum kalmamıştı. Allah’tan annem stok etmişti.
Ablam Saliha ile kendimize mısır patlatmış odamızda sohbet ediyorduk. Annemler erken yatmış soba da gürül gürül yanıyordu.-
Abla, ben kararımı verdim; üniversiteyi bitirip öğretmen olacağım. Bak bu mum gibi aydınlatacağım ülkemin her yerini. Okulda da bir oğlan var, birbirimizden hoşlanıyoruz ama mesleğimi elime almadan evlenmem. Söyledim ona da öğretmen olacağımı.
- Peki, ne dedi?
- Ne diyecek, “ol” dedi.
- Peki sen ablacığım, sen ne yapmak istiyorsun?
- Ben de memuriyete atılacağım. Büyük şehire gideceğim. Kendi ayaklarımın üzerinde duracağım. Anamın babamın neye ihtiyacı varsa alacağım. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi … alacağım. Onlar bizi nasıl ellerinden geldiği kadarıyla okutmaya çalışıyorlar. Bir mum ışığı altında geleceğimizi şekillendiriyorsak sayelerindedir. Biz de onların omuzlarındaki yükü hafifleteceğiz.
Aradan yıllar geçmiş…
Ben Hamiyet, verdiğim sözü tutmuş idealist bir öğretmen olmuştum. Ablam da memuriyete atılmış özel bir bankada müdürlüğe kadar yükselmişti. Artık İstanbul'da yaşıyordu. Annemlere verdiği sözü tutmuş, evlerini baştan aşağı yenilemişt. Annem bizi, “Hayırlı kızlarım” diye seviyordu. Babam “Kızlarımla gurur duyuyorum” diye mahallede efe efe dolanıyordu.
Ablam yıllar sonra evlendi. Bir kızı var, Hilal'imiz. Ben de bu ay içinde lisedeki o oğlanla evleniyorum. Yani Hakan'la… Evlendikten sonra tayinim çıkacak; ben de İstanbul'a istedim, ablamın yanına.
Düğünüm çok kalabalık olmuştu. Tayinim de şükürler olsun ki İstanbul'a çıkmıştı. Annemin koyduğu çeyizleri açarken bir paket mumu görünce duygulanmıştım. Yanında bir de not vardı: "Canım kızım; sen, bu mum ışığı altında geleceğini tayin ettin. Artık aydınlatma sırası sende çocuğum. Karanlıkta kalmış dokunduğun her çocuğa önce umut ol, sonra da mum ol.”
***
















































