ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 23-09-2022 01:05

Ellerimdeki Mavi

Yazan: D. Sare Nur - ELLERİMDEKİ MAVİ

Ellerimdeki Mavi

ELLERİMDEKİ MAVİ

Yıldızlar dökülüyor üstüne tek tek. Her zamankinden daha fazla parlıyor ruhun. Gözlerindeki billûrun, içindeki dalgaların coşkusu geliyor kulaklarıma. Duyuyorum, duruyorum, afallıyorum.
Ruhuma uzanan kelepçelerde gözlerim. Sahi, senin de ruhunu kemiriyor mu zamanın dişlileri? Senin de yaralı mı bedeninin sol yanı? Senin gözlerinde de var mı gözyaşları?

İzmir… 
Yorgun kaldırımlarında, ardına döşediğin taşlarda gezindi ellerim. Oysa ben ufka bakıp denizinde serinlemek isterdim. Ruhunu sükûna erdirmeyi, rahatlatmayı, kalbimde senin için büyüttüğüm çiçekleri sana koklatmayı isterdim. Ellerini tutup yanına oturmak isterdim. Alır mıydın ellerimi hicranınla? Yanıbaşında yer ayırır mıydın bana da? Konak’ta dalgalarla buluşan taşlar, beni de katarlar mıydı aralarına? Saklama gözlerini. Hicâbında iki büklümüm. Baharında yeşil, denizinde maviyim. Karşıyaka vapurundaki martının beyazıyım. Hercai çiçeğindeki morum. Biliyor musun?

Şehirlerin yorgun olacağına inanmazdım seni görene kadar. Önyargıların bu kadar çabuk dağılabileceğine ihtimal vermezdim. Allah seni çıkardı karşıma. Ruhumu ruhunda bulayım, gözyaşlarını sileyim, kalbinin kederini gidereyim diye.. Belki de bu yüzden bu kadar mavisin. Belki de her şehrin bir rengi var denildiğinde, ellerinde mutlulukla bu yüzden maviyi tutuyorsun. Denizin, dalgaların geleceğe hep umut taşır gibi... Gecenin sonsuzluğu hep yeni kapılar aralar gibi. Alışılmadık bir rüyasın. Seni ilk defa ben görüyorum gibi.

İnsan, sevdasının nahif perdelerini aralıyor sende. Sonsuzluğun dantelâlarında özgürce ruhunu gezdiriyor. Şiirler uçuşuyor önünde, hayaller ayağını yerden kesiyor. Saat Kulesi… Şiirsi dokusuyla renk katıyor bu atmosfere. Uçuşan güvercinler, batan güneş ve dalgaların ufkun kızıllığında kaybolan şavkları… Sanki hepsi bir resmin parçaları gibi. Sanki bir peri masalında, periler sultanının elini tutuyormuşsunuz gibi. Kendi ruhunuzda bir başka ruhun hayalini izliyor, özlüyorsunuz gibi…

Hiç geçmesin bu dakikalar. Hiç geçmesin zaman. Pembeyle eflatunun, maviyle laciverdin saatin tiktaklarının arasından kayıp gitmesi çok hazin. Her bakış veda ediyor oysa. Her gelen kayboluyor. Güneşin arkasında bıraktığı sır, ertesi gün yeniden doğmasıyla aydınlanıyor. Aslında her bitiş yeni var oluşlara kapı aralıyor. Her kapanan dünya, yeni dünyalara yelken açıyor. Durmuyor zaman, ilerliyor. Yıkılmıyor, inşa oluyor. Müsebbib-ül Esbab’ın eşya ve hadiselere yüklediği derin mânâ…

Atmosferini içimde duyumsadığımda nefesim kesilecek gibi oluyor bazen. Ruhumu hicranınla tedavi edeceğine inanıyorum galiba. Sende değişik bir efsun var. Derin anlamlarında sarhoş olmaktan, seni sende doyasıya yaşamaktan, nahif yüreğini sevgimin sıcaklığıyla sarmaktan memnuniyet duyuyorum. Gözlerimde beliren yaşlara aldırmaksızın adımlıyorum kaldırımlarını. Yalnız yaşayan, yalnızlığında kaybolan, sende seni arayan insanlar geliyor aklıma. Ne kadar haklılar. Sen yalnızların ve yalnızlıkların şehrisin. Ruhunu özgürce gökyüzüne salıverenlerin, hayallerini hiç sınırlamayanların adresisin. Bir mum alevinin titrek nefesisin.

Yollarında bir başka iklime açılıyorum sanki. Gözlerine bakınca içini okuyabiliyorum. Yalnızlığın, çaresizliğin, mahzun duruşun, mahcup bakışların o kadar ele veriyor ki seni. Yürüdüğün yerlerde kendi anaforunu oluşturuyorsun. Durduğun yer sadece sana has bir ışık tayfına dönüşüyor. Ardından bakakalıyor insan yanından hiç ayrılmamacasına. 

Senden ayrılırken geri geri gidiyor adımlarım. Seni yalnızlığınla baş başa bırakmak istemiyorum galiba. Sana veda etmek gelmiyor içimden. Vedalaşmak, ayrılmak istemiyorum. 

Hep sen burada böyle kal. Ya da gel benimle. Yeni ufuklar açalım, yeni baharlar getirelim, yeni dünyalar aralayalım beraber. Kalmasın kederin, hicranın, mahcup yüzün… Solmasın çiçeklerin, umudun, özün…

Ellerinle sustur, gözlerinde ağlayan çocuğu.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi