ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 29-09-2023 20:03

Deyyusun Dölü Komiserim / Gülçin Granit

Yazan: Gülçin Granit -DEYYUSUN DÖLÜ KOMİSERİM

Deyyusun Dölü Komiserim / Gülçin Granit

DEYYUSUN DÖLÜ KOMİSERİM

O gece çatlamış nar kabuğu gibiydi gökyüzü. Şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyordu. Dağların tepelerinde ışıklar bir yanıp bir sönüyordu. Yağmur, tüm umarsızlığıyla yağarken Sarman kuyruğunu kıstırıp oğlum Yağız’ın yorganına ilişiverdi. Bu gecede, o deprem gecesini anımsatan bir uğursuzluk vardı. Ben o gece Memet’imi kaybettim, namusumu değil komiserim.

Pencereye ilişip perdeyi araladım. Uzun farlarıyla fosforlu bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla gelen sapık Selo’dan başkası olamaz diye düşündüm. O büyük depremden sonra bize teslim edilen prefabrik evlerde sık sık sorun çıkıyordu. Sapık Selo mutfak giderinin tamiri için gönderilmiş bir sorumludur. Sanmayın ki benden sorumludur. Ne deyyusun dölüdür o! Komiserim…

Tamir mi yapıyor, beni mi soyuyor bir görseniz anlardınız. O mendebur gözleriyle beni yedi bitirdi. Utanmadan bir de sormaz mı; “Kocan yok mu?” diye. Sapık olduğunu işte o zaman anladım. Giderken yanıma iyice yanaştı; “Bu gece 03.00 de geleceğim, kapını açık tut. Açmazsan, anahtarım var girerim” dedi.

Neye uğradığımı, nerden gelip nereye gideceğimi bilemedim komiserim. Beklenen saat yaklaşıyordu. Yelkovanla akrep arasında gidip gelirken gözlerim, bir saatte bir kapı kolunda idi. Bir saatin saniyelerine bir de kapı koluna bakıp duruyordum ve ne kadar bu şekilde kaldığını bilmiyorum. Bir an için zaman donmuştu. Çözüldüğümde ise; “Tanrım!” dedim; “Ben sana iyi bir kul olmak için elimden geleni yaptım. Karşılığında hiçbir şey istemedim, ama şimdi çok dardayım. İstersen tüm sevaplarımı sil, yeter ki beni bu kötü gecenin şerrinden yüzümün akıyla çıkar.” diye yalvardım komiserim.

Sonra, pencereden dönüp mutfağa gittim. Çekmeden tornavidayı alıp sütyenimin arasına iliştiriverdim. Büyük bir gürültüyle şimşek çaktı. Yağız ağlamaya başladı, kedi kaçıp yatağın altına saklandı. Yeniden pencereye gittim ve perdeyi araladım. Her yerde elektrikler kesilmişti. Artık uzaklardan gelen araçlar da yoktu. Gece karanlığı, dehlizlerinde kaybolmuş gibiydi.

Göğsüm daralınca sütyenimdeki tornavidayı yerinden biraz oynattım. Tornavida yerine bıçak mı alsam diye düşündüm. Tornavidayı saplamak daha kolay olur diye karar verdim ve elimi bıçaktan çektim. O deyyus!...O köpeğin dölü...O apış arası düşkünü!... Hele bir bedenime elini değdirsin! Hele bir kapıma gelsin. Onu yedi düvele rezil rüsva ederim dedim. Gözlerim karardı. Yağız ağlıyordu. Mum ışığında süt ısıttım, karnı doyunca uyuyuverdi yavrucak. Neyse ki uyumuştu. Saat 02.50 de; pencerede bir savaşçı gibi beklemedeydim artık, komiserim.

Gökyüzü, yere yakınken yamaçıma yamaçıma yaklaşıyordu. Bir an ayakta durmakta zorlandım. Bu soğukta yüzüm gözüm ter içinde kalmıştı. Kalbim yerinden çıkacak gibi seğirtip duruyordu. Bir kuş, göğüs kafesime deliler gibi çarpıp duruyordu. Sandalyenin ucuna ilişiverdim. Ayağım karanlıkta bir şeye takıldı. Mum ışığını tuttum. Çok şaşırmıştım. Ayağım oğlum için sabah gelen Dr. Ali’nin çantasına takılmıştı. Hiç farketmemiştik. Usulca kenara çektim. Tam bu sırada camda bir insan silueti gördüm. Pencerenin tam önünde duruyordu.

“İşte geldi Deyyusun dölü! Gelsin köpek!...” dedim.

Yerimden fırladım. Sanki Tanrı, gökyüzünü kızdırıp tepeme tepeme koymuştu komiserim. Yerimden fırladım. Soluklarım sıklaştı. Koşupta yorulmuş it gibi solumaya başladım. Gözlerim karardı. Şimşekler çakmaya devam ediyordu. Musluklardan çıkan boş uğultular yayılmıştı ortalığa. Korku dolu geceye eşlik ediyorlardı.

O an tülbentimi, Tanrı’nın eli gibi hissettim. Onu düzelttim. Yerimden kalkarak kapının ardına gizlendim. Penceredeki insan silüeti hareket etmiyordu, orada öylece durup kalmıştı. Yan pencereye geçip geleni görmeye çalıştım. Hiçbir şey görünmüyordu komiserim. Yalnız o kişinin üstünde yağmurluk olduğu belliydi. Tekrar kapıya döndüm, nefes alıp verişlerim daha bir hızlanmıştı. Ellerimi sütyenimin içine sokup tornavidayı çıkarttım. Sağ elime aldım ve havaya kaldırdım. Gözlerim kapı kolundaydı. Pencere tıngırdadı, bekledim... Sustum. Yeniden pencere tıngırdadı yine sustum ve bekledim. Neyi beklediğimi bilmeden öylece bekledim. Bir sersem gibi bekledim.

Pencere üçüncü kere tıngırdadığında perdeye usulca yaklaştım ve arasından baktım; yüzünü seçemiyordum. Yağmurluk tüm yüzünü örtmüştü, el kol hareketleriyle bir şeyler söylüyordu. O köpek, anahtarla kapıyı açmadan ben açayım dedim komiserim.

Elimdeki tornavidayı kaldırmış vaziyette kapıyı açmamla karşımdaki kişiye saplamam bir oldu. “Ah!” dedi bir ses, telefonunu uzattı; “Dr. Selim’i ara hastaneden iki ambülans göndersin biri bana diğeri ise şantiyenin tamircisi Selo’ya” demesin mi komiserim!

O gece pencereyi tıklatan Dr. Ahmet’miş. Benim oğlan gündüz ateşlenmişti. Doktor, hemen yanımda oturur ve çantasını bizim evde yerde unutmuş. Ben de görmedim yeminle komiserim. Onu almaya gelmiş. O gece üç yıldırım düşmüş buralara. İki yıldırım trafonun üstüne, bir yıldırımda o deyyusun dölüne düşmüş komiserim.

Editör: Serhan Poyraz 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi