ANI
Giriş Tarihi : 08-07-2024 19:55   Güncelleme : 08-07-2024 20:46

Darülaceze'de Ebruli Günler -2 / Zehra Dinçer

Yazan: Zehra Dinçer -DARÜLACEZE'DE EBRULİ GÜNLER /2

Darülaceze'de Ebruli Günler -2 / Zehra Dinçer

DARÜLACEZE'DE EBRULİ GÜNLER /2

Kitre de, aynı şekilde, üç gün boyunca değişik kişiler tarafından karıştırılıp su ilavesiyle belli bir oranı ve yoğunluğu tutturulan ortak çalışma sonucu hazır hale geliyordu... Fırça bağlamayı, yaptığımız gün; “Biz bu işi yaparız” dediler. Kurumun bahçesindeki güller budanırken bahçıvanın peşinde gezip, dalları topluyorlardı. Cüsselerinden beklenmeyecek hassasiyetle dikenleri temizliyor, kocaman avuçlarına aldıkları at kıllarını yardımlaşarak sarıyorlardı. İşin en zor kısmı öd elde etmekti. Kuruma bağış gelen kurbanların öd keseleri toplanmıştı.

Keseyi bir kavanoz içinde patlattığımda etrafta kimse kalmadı... Her şeyi çok sevmişlerdi ama öd kokusu onları kaçırmıştı. Havva Hanim ile buna da çözüm bulduk. Koku almayan bir hasta bulduk; kurumun bahçesindeki en ücra köşede bu işi ona verdik. Altyapı hazırlıklarımızı, fiziksel ve zihinsel becerilerine göre, birbirlerinin sorumluluk alanlarına müdahale etmeden, sabırla, dayanışmayla tamamladıktan sonra, tekne açma günümüz geldi çattı. Bu kadar uğraş ne içindi? Hepsi çok merak ediyordu. Ebruyu görmeden gönül vermişlerdi. Çalışma esnasında da görev bölümleri vardi. İlk boyalar serpilip, kağıdı kapattığımda önce öfkelendiler, itişip kakışma yaşandı. Neden diye sorduğumda, güzelim renkleri ziyan ettiğimi biraz daha seyretmek istediklerini söylediler.

Kağıda aldığımda ise, işte o an inanılmazdı. Olağanüstü bir iş yapmıştım. İçinde bulundukları duruma göre kendilerince bana tezahüratta bulundular. Onlara göre müdürden daha yüksek bir mertebeye çıkmıştım. O güne kadar Ebru Abla diyorlardı. O andan itibaren Ebru Hocam demeye başladılar. Kendi lisanlarınca beni bir yere oturttular.

Yaptıklarımızın hepsi onlarındı ve bunun farkındaydılar. Tekneden çıkarttığım kağıdı biri alıyor, çıtaya yatırıyordu. İşimiz bittikten sonra kavanozları ve fırçaları yıkama, atölyeyi temizleme, kuruyan ebruları toplayıp çıtaları kaldırma, gitmediğim günler diğer hastalar girmesin diye kapıda beklemeler... Bütün bu işleri aralarında halletmişlerdi... "Kapıda neden bekliyorsunuz, zaten kilitli" demiştim bir gün. "Bunların çoğu deli ne yapacakları belli olmaz" cevabını vermişlerdi...

Çıkan ebruların renklerine göre fikir yürütüyor, bazı renkleri kullanmamı veya kullanmamamı söylüyorlardı... Sadece bir hastanın aklı
başındaydı. O da, kas hastasıydı. Ancak tekerlekli sandalye ile hareket edebiliyordu. Her türlü ihtiyacının giderilmesinde başkasına bağımlı durumdaydı. Ve hastalığından dolayı iyileşme umudunu kaybetmiş, her geçen gün daha da kötüye gideceğine inanıyordu.

Bu duygu da onun etrafa karşı küskün, karamsar, kırıcı tavırlar sergilemesine yol açıyordu. Onu tanıdığımda hayatla bağlarını koparmış, yanına kimseyi kabul etmeyen, verilen ilaçları kullanmayan bir hastaydı. İlk günler yanımıza gelmeyi reddetti. Birkaç hafta sonra ise, meraktan gelip isteksizce seyreder oldu. Onun ilgisini çekmek için çok uğraştım... Taraklı ebruyla onu yakalamıştım...

Öfkeli, küskün hali birkaç ay sonra kaybolmuştu.

Not: Görseldeki ebru, Zehra Dinçer'e aittir.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi