DARÜLACEZE'DE EBRULİ GÜNLER-1
Sayın Ebrucular ve Sayın Konuklar,
Ustalarımızın ustası Mustafa Düzgünman’ı saygı ve rahmetle anıyorum...
Şimdi sizlere, bizzat parçası olduğum ve bana sanat-insan ilişkisi hakkındaki en büyük hayat tecrübemi kazandıran bir süreçten söz edeceğim.
1995 yılında Darülaceze Müdürlüğü rehabilitasyon bölümü, hastalarla grup terapisi yapmak amacıyla, programlarında “Tezhip”, “Sedef Kakma”, “Tahta Oymacılık”, ”Halıcılık” gibi sanatlara yer vermişler. Kurumda kalan hastaların birçoğu zeka düzeyi düşük veya bedensel yönden özürlü olduğu için, terapi amacıyla düzenlenen bu çalışmalarda başarı sağlanamamış. Bu durumda hastalar, ya içe kapanmış, ölümü özler olmuş ya da saldırgan tavırlarla, kendilerine hizmet eden kişileri huzursuz etmişler. Gruplar oluşturulup başladıkları çalışmalar, onların tabiriyle bir iki delinin yüzünden yarıda kalmış.
Ebru sanatının renkleri, çalışma ortamı, en önemlisi sürekli değişkenliği ve aynı ebrunun ikincisinin yapılamaması, 24 yılını bu insanlara adamış olan rehabilitasyon sorumlusu hemşire Sayın Havva Gürok Hanım'ı bizimle buluşturdu. Böyle bir teklif geldiğinde hiç düşünmeden kabul ettim. Evime çok yakın olduğu için, 1996 yılının büyük bir bölümünü Darülaceze'de geçirdim. Görevlilerle binaya girip, mesai bitiminde çıktım. Atölyemizi hazırladıktan sonra, çalışma yapacağımız hastalarımızı tespit ettik. Özellikle zeka geriliği, düşünce bozukluğu olanlar seçilmişti…
Bu arada, çok kısaca Darülaceze'den de bahsedeyim. 1895 yılında II. Abdülhamit Han tarafından din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin aciz ve muhtaçlara hizmet amaçlı kurulmuş bir kurumdur. Günümüzde de yardım ve bağışlarla bu hizmetlerine devam etmektedir. Burada kalanların kuruma hiçbir katkıları yoktur. Ömürlerinin sonuna kadar burada barınırlar.
Biz ebru çalışmalarına başlamadan önce bunları düşünüp maliyeti en aza indirmenin yollarını aradık. Seramik, cam, baskı ve kağıt sanatçısı Remzi Köklü Hoca’nın yardımıyla kağıtlarımızı kendimiz üretmeye başladık. Bunun için seçilen hastalardan biri, mesai bitiminde kurumdaki büroları dolaşıp atık kağıtları topluyordu. Çevredeki okullarla konuşuldu. Öğrenciler hem atik kağıtları biriktirip belili günlerde getiriyor; hem de çevredeki apartmanlardan okunmuş gazeteleri topluyorlardı. Toplanan kağıtlar, tekerlekli sandalyeye bağımlı, fakat aklı başında bilinçli bir hasta gözetiminde, zeka özürlü kadın ve erkek hastalardan oluşan bir grup tarafından küçük parçalara ayrılıyordu. Sanki içlerindeki öfkeyi dışa vururcasına kağıtları yırtıyorlardı. Tekerlekli sandalyeye bağımlı olan hasta, iş yaptırmanın gururu ile her gün şikayet ettiği ayak ağrılarını bile unutmuştu... Yırtılan kağıtlar, seçilen kadın hasta tarafından yoğrulup hamur haline getiriliyordu. Başka biri tarafından da, tahta kazanlarda tahta tokmaklar yardımıyla dövülüyordu. Suyla oynamaktan zevk alan bir hasta tarafından da eleklerden süzülüyordu. Kullanılmış gazete kağıtlarının arasına serilen bu hamurların üzerlerine ağırlık konularak kurumaya bırakılıyordu. Ertesi sabah zeka özürlü bir hasta kağıtları tek tek inceleyip topluyordu. Ebru atölyemizdeki sehpa üzerine dizdiği kağıtları keyifle elinde evirip çeviriyordu... Tarif ettiğimiz üzere, gönüllüler renk renk toprak getiriyorlar, hastalar o toprakları kovadan kovaya aktararak boya haline gelmesini sağlıyorlardı. Her hasta, sonuçta ziyan ederim endişesi duymadan toprakla, çamurla oynuyor; bu arada ortalık da batıyordu. Oksit boyaları güçlü kuvvetli hastalara ezdiriyordum... Sıkılanlar yer değiştiriyordu. Desteseng adinı duyduklarında isim olarak çok hoşlarına gitmişti. Her fırsatta destesengli cümleler kurmaya başlamışlardı. Bütün bir gün enerji sarf edip küçük bir kavanoz boya elde edildiğinde ise yüzlerinde büyük bir iş yapmanın keyfini görüyordum. Renkler onları cezbetmişti...
Not: Görseldeki ebru, Zehra Dinçer'e aittir.