BÜYÜK MİRAS
Henüz altı yaşlarındaydım. Anneme sarılarak uykuya dalmış ve rüyalar alemine gözlerimi kapatmıştım. Rüyamda, annem valiz hazırlığı yapıyordu. “Anne, nereye gidiyoruz?” diye sordum merakla… Annem; “Kızım, yalnız gidiyorum ben.” dedi. “Ben de seninle gelebilir miyim?” diye umutla sordum. Fakat annem, “Hayır, sen burada kalacaksın kızım. Ben çok uzaklara gideceğim.” diye cevap verdi. Beni yanına almayacak diye üzülmüş ve gözyaşlarımı tutamamıştım. Sabah uyandığımda annemin yanımda olduğunu görmek beni tarifsiz bir mutlulukla doldurmuştu. Sevinçle boynuna sarıldım.
O sabah annemle kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa gittik. Sofraya oturduğumuzda rüyanın etkisi hâlâ üzerimdeydi. Annem hiçbir şey yemediğimi fark etti. Kahvaltı bittikten sonra, “Haydi çeşmeye gidelim, su getirelim.” dedi sevecen bir şekilde… Elimdeki kovayı tutarak, annemin eteğine sıkıca sarıldım ve dar yollardan mahallemizin çeşmesine doğru ilerlemeye başladık.
Ani bir fren sesi… Ardından anlam veremediğim korkunç bir gürültü... Dünya bir anda sessizleşti. Her şey yavaşladı. Annemin yere düştüğünü ve bana bakışını gördüm. O bakış… Hayatım boyunca unutamadığım, asla unutamayacağım o bakış… Dudaklarında hafif bir tebessüm…Anneciğim öyle güzel gülerdi ki, o korkunç anda bile dudaklarında beliren hafif tebessümü gözlerimin önünden hiç gitmedi.
Polisler ve ambulans aynı anda olay yerine geldi. Şoförün sarhoş olduğunu söylediler. Polisler adamı, ambulans da annemi alıp götürdü. Annem, rüyamda bana veda etmişti; işte gidiyordu anneciğim, rüyamdaki gibi… Küçük ağabeyim yanıma geldi ve kenara çekildik, olanı biteni film gibi izliyorduk. Ağlayanlar, bağıranlar… Kulaklarımızı tıkadık ve yürümeye başladık; ama kimse bizi görmüyor, fark etmiyor, konuşmuyordu. O an bir şeyler değişti, hayat bir anda rengini kaybetmişti.
Çocukluğum orada sona ermişti. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bir gün öncesi, bir gün sonrası yoktu hafızamda... Sadece o gün saniye saniye beynime kazınmış ve hayatımın hikâyesi sanki o günden sonra başlamıştı.
O gece ilk defa annemsiz bir uykuya dalmaya çalıştım. Gözyaşlarım yastığımı ıslatırken, onun sıcaklığını arıyordum. Uykuya dalmak üzereyken bir anda başımda bir elin nazikçe saçlarımı okşadığını hissettim. Gözlerimi açtım, ama kimse yoktu. Yine de o an, annemin bana veda etmediğini, hâlâ yanımda olduğunu hissettim. Rüyamda yine annemi gördüm. Beni kollarına almış, saçlarımı okşuyordu. “Seni her zaman seveceğim, hep yanında olacağım güzel kızım.” dedi o tanıdık sesiyle…
Günler birbirini kovaladı, mevsimler geçti, yıllar aktı… Bazen acılar, bazen umut ve hayaller arasında büyüdüm. O acıların arasından sıyrılıp, güzelliklerin içinde kendimi bulurken, her şeye rağmen gülümseyebildim. Annemin yüreğinden bana geçen o gülüş, kimi zaman bir güneş gibi karanlık günlerimi aydınlattı; kimi zaman bir meltem gibi ruhumu serinletti. Bana annemden kalan en büyük miras…
Şimdi bir anneyim. Kızımı büyütürken, onun gözlerine baktığımda çocukluğumdaki kendimi görüyorum. Kızıma “anneciğim” diye seslenirken, içimde bir özlem kabarıyor. Kendi anneme “anne” diyebilmeyi, onun sıcak kollarına sarılmayı ne çok isterdim. Kızımın “anne” diyen sesine her cevap verdiğimde, içimdeki küçük kız çocuğu da cevap bekliyor. Ama o cevabı bir daha asla duyamayacağımı bilmek hâlâ içimi yakıyor.
Anneliğimi yaşarken, annemi daha çok özlüyorum. Anne olmanın ne demek olduğunu hissettikçe, onun yokluğunun bıraktığı boşluk büyüyor. Şimdi anlıyorum ki, “anne” kelimesi sadece bir sesleniş değil; sevginin, güvenin, bir yuva hissinin ve koşulsuz bağlılığın ta kendisi… Ama biliyorum ki, onun bana bıraktığı büyük mirası—gülüşümü—, yaşamın her anına işledim. Çünkü o gülüş, annemin sevgisinin ve beni sarıp sarmalayan şefkatinin yanı sıra, karşılaştığım zorluklara direnmemi de sağladı.