BU MAÇ BURADAN DÖNER Mİ
Dünyadan Büyük Avnigil’in Odası
Avnigil, çok katlı bir binanın en alt katında tek başına yaşarken, zamanın nasıl geçtiğini hiçbir zaman anlamazdı. Burası bir zamanlar zenginlerin yaşadığı şimdiyse unutulmuş bir mahalleye aitti. En alt kat ışığın hiç ulaşamadığı karanlık bir yerdi; o kadar derindi ki bir zamanlar var olan duvarlar bile yavaşça çökmüş, her şeyin üstü toprakla örtülmüştü.
Avnigil, dünya diye bir şeyin var olduğuna inanmıyordu. Dünyadan bir adım uzaklaştığında zaman da duruyordu ama bir o kadar da yakındı öyle ki her dakika onun içinden geçiyor, her an ona yeni bir gövde, yeni bir düşünce veriyordu. Ancak zamanın üstünde bir düzen, bir anlam olmadığı için her şey bir karmaşaya dönüşüyordu.
Bir sabah Avnigil'in odasına bir paket gelmişti. Üstünde garip bir yazı vardı: "Bu maç buradan döner mi?" Yazıyı okuduktan sonra paketi açmak yerine yazıya odaklandı. "Maç?", dedi kendi kendine, "Hangi maç ve neden dönecek?" ancak anlamadan da geçmek istemedi. Belki de bu bir işaretti. Paketi açtığında içinde eski bir televizyon kumandası ve birkaç düzensiz kağıt vardı. Her kağıdın üzerinde farklı sorular vardı: "Gerçekten burada mıyız? Zaman bizden mi kaçıyor yoksa biz zamanla mı oynuyoruz?" Avnigil bu kâğıtları her gördüğünde içindeki bir parça daha kayboluyordu.
İlk önce televizyon kumandasını alıp kanalları değiştirmeye başladı. Televizyonu açtığında ekranın kararmış olduğunu gördü, sadece Avnigil’in yüzü ekrandan yansıyarak onu izliyordu. Gözleri, kaybolmuş bir zamanın, kaybolmuş bir gerçeğin yansımasıydı. Ekranda yalnızca yansıyan Avnigil, dünyadan büyüktü; ne de olsa dünyanın sınırlarını zorluyordu.
Derken, odada bir kapı belirdi. Sadece bir kapı; ne bir çerçeve ne bir anahtar, sadece bir giriş…
Kapıyı açtığında dışarıda karanlık bir boşluk vardı. Bu boşluk, Avnigil’i içine çekmeye başladığında her şeyin dönmeye başladığını fark etti. Dünya, o an gerçekten de dönecek gibi görünüyordu ama dönen şey sadece Avnigil’in kendisiydi. Kendisi, zaman, düşünceler; hepsi birbiriyle çarpışıyor, bir odada sıkışan yüzlerce fikir gibi yer değiştirmeye başlıyordu.
İçeriye doğru adım attıkça, her şey daha da karmaşıklaşmaya başladı. Bir anda sanki bütün dünya odaya sığmış gibi kendisini dev bir arenada buldu Avnigil. Herkes bir tür maç oynuyordu ama bu maç kuralları olmayan, sadece izleyicilerin karar verdiği bir tür oyun gibiydi. Bir an birinin ellerinden çıkan top, hızla gökyüzüne yükseldi. Gözlerini yukarıya diktiğinde topun havada dönmeye devam ettiğini gördü ama top, her dönüşünde daha da büyük bir şey oldu. Tıpkı zaman gibi; zaman, topun her dönüşünde başka bir şekil alıyor, başka bir dünyayı yansıtıyordu.
Herkes bu maçın sonucunu bilmeye çalışıyordu ama hiç kimse maçı izlemiyor, sadece birer oyuncu gibi hareket ediyordu. Bir an Avnigil, maçın aslında bir yanılsama olduğunu düşündü ama bu yanılsama, ona gerçek gibi geliyordu. Bir yandan her şeyin etrafında dönen Avnigil diğer yandan boşluğa düşüyordu; tıpkı zamanın ve anlamın kaybolduğu bir boşluk gibi.
Odanın köşesinde eski bir kitap buldu. Kitabın kapağında “Dünyadan Büyük” yazıyordu. Sayfalarını karıştırırken, içindeki her kelime Avnigil’in bilincine sızıyordu. Kitap, dünyanın bir yanılsama olduğunu, her şeyin bir oyun olduğunu anlatıyordu. Avnigil bir süre kitapla meşgul olurken, kitaptan çıkardığı her anlam bir öncekiyle çelişiyordu ve bir an, kitaptan bir parça düşüp odayı karanlığa gömdü.
O an Avnigil bir şey fark etti. Maç dönüyordu ama asıl maç, gerçekte onun kendi varlığıydı. Avnigil tüm bu yıllar boyunca, zamanla bir oyun oynamıştı ama oyun bir arayıştı. Arayış, varoluşun bir gerçeğiydi ve bu gerçeği artık anlamak üzereydi.
Sonunda Avnigil kapıdan çıkıp yavaşça odadan uzaklaştı. Ancak her adımı daha da derinleşen bir yalnızlıkla yankılandı. Oda hâlâ oradaydı ama kapı da vardı ve o kapı, dünyanın bir yerindeydi. Avnigil’in gözleri bir kez daha dönen topu izledi. Her şey yerli yerindeydi ama hiçbir şey artık ona ait değildi.