BARAKA
Pürüzsüz bir gök istiyor martı,
Denizin köpüğü alınmış olsun bir de,
Martıların ojeleri kazınmalı…
Aseton.
Bir ressam kumsalda,
Kumdan tasvirler düşlüyor.
Yitiyor kirpik kirpik fırçası.
Harap, terk edilmiş bir baraka düşüyor tuale…
Karton.
Barakanın teneke çatısında,
Ojesi kazınmış martılar.
Buruş buruş bir hayat koyuyorum içine;
Ressam çevrimdışı.
Sarı bir darbe kasvetini katıyor ağırdan.
Yaz kayıp,
Hazan yaprak yaprak getiriyor kışı.
Tersi düzü bir aşk titriyor her tarafta.
Pörsük yanaklı,
Dudakları sarkık bir hüzün.
Zehir zemberek sancılar voltada.
Yılanca, sinsi…
Piton.
Derken bir çağrı,
Ezgin düşlerim yazdan kalma sarmaşıkta.
Kıvrık bir pus,
Gülüşlerin cilalıyor pasını barakanın.
Küpür bir perde penceresinde: soluk.
Kazınmadı mı hâlâ ojeleri martıların?
Ben duramam gerisinde,
Gizemli perdelerin.
Yeri yok artık dudaklarda,
Afilli söylemlerin.
Övgüler kabarık;,
Cafcaflı sözler, şatafatlı ilhamlar.
Slikon.
***
“Biraz Londra, biraz Paris, biraz Milano katmalısın içine.”
“Sahte okyanuslarda, samimiyetsiz dalgalar olur” diyorum ben de.
“Katmalısın, buna mecbursun” diyor tekrar, hin hin gülümseyerek.
Beynime yumru yumru bir fitne düşürme peşinde.
Direniş… Tüm kalbimle.
Pohpohluyor beni habire: “Sözün gücü var sende. Sana bir tek onu parlatmak kalıyor.”
“Sözün gücüne değil, sözü söyletene benim sorumluluğum.” diyerek karşı koyuyorum yine.
Direniş… Kuvvetlenen kalbimde.
“Sözü söyleten zaten parlatır sözü. Cilasız, saf bir parlaklıktır hem bu. Sau Paulo, Sidney, Tokyo da olur şimdilik. Dene bir kere, denersen ne kaybedersin? Özümü, gönlümü, midemi. Midemi bulandırıyor senin saydıkların, cafcaflı iğrençlik. Hazmedemiyor, sindiremiyor işte kalemim boyalı çürümüşlüğü, parfümlü kokuşmuşluğu. Bana sizin alkışınız gerekmiyor, masallara karnı tok gayrı Doğulunun. Ben Doğunun tam ortasında, insan olmaktan memnunum. En güzel alkış, en anlamlı ödüldür onurum. Gururunu sunma bana İblis’in.”
Küçümser bir gülüşle büzülüyor dudakları. “Gerici“ diyor yüzüme değilse bile içinden. Bunu, o iğrenç ve alaycı gülüşü ele veriyor apaçık.
“Bırak bu nutukları, yolun açık” diyor; “Kapama kendi elinle. Kendi nutkuma sarılırım senin nutuklarına kanmaktansa” diye cevabı tokat gibi indiriyorum pişkin yüzüne.
Yeni bir hamle…
“Ne var senin Doğu diye tutturduğun şeyde: kan, nefret, ölüm. Sen sanatçısın, sanatta bunların yeri yok; kır kabuğunu. Benim kabuğumu siz, yıllar önce kırdınız zaten. O kanı, o nefreti, o ölümleri siz ektiniz bu kutlu coğrafyaya. Kendi insafsızlığınıza ‘modernizm’ adı verip pisliğinizi gizlemek için tüm uğraşınız. İnsan olma vasfınızı da yitirdiniz bu arada, farkında mısınız? Ben mazlum olmayı, mazlumdan yana olmayı, mazlumun sesi olmayı yeğlerim. Sizin zihninizdeki gibi bir sanatçı olmaya ne bir talebim, ne de bir gayretim var. Ben ‘Mutlak Sanatçı’nın eseriyim senin gibi. Sadece ben bunun farkındayım, sen değilsin. İçinde insanlığın emaresi olmayan bir medeniyetsizliğe mi beni davet ediyorsun? Kusura bakma, yapamam! Ben barakamda mutlu ve onurluyum. Sen bilmezsin o huzuru ve onuru.
Hiddetleniyor, köpürüyor, hakaretler savuruyor sanki. Bense onu ne görüyor, ne duyuyor, ne de önemsiyorum. Ben bir tek Mutlak Sanatçı’yı önemsiyorum. Bu halim daha bir zıvanadan çıkarıyor acınası sözcüyü. İblisin sözcüsü! İnadına çokça İstanbul, çokça Konya, çokça Anadolu katıyorum sözlerime. Epeyce Grozni, Kabil, Arakan. Olabildiğine Kahire, Şam, Bağdat. Tıka basa Gazze. Ve alabildiğince Kudüs, Yesrib, Mekke. Söz ve dize dergâhında parlıyor böylece sanatçılığım, git gide.”
Direniş… Huzur yoğuran bir tekke.
Sarıp sarmalıyor her hücremi bu huzur, aşk yoğuruyor bu tekne. Hamuru da mayası da ‘Doğu’ benim kalemimin. Var git barakamdan. Acılarımıza olsun bari saygı duy. Hamlesi tükeniyor ikiyüzlülüğün. Şah ve mat. Dayanamıyor, aldatıcı reklamını da koyup heybesine, ardına bakmadan topukluyor, geldiği o ‘Batı’ denen dehlize, salyalarını döke döke.
Kaybolmaktansa, kaybetmeli vaat edilen sufli geleceği. Yaratılmışların en şereflisi olduğunu bilen her insan bunu yapabilmeli. Terk etmiş de olsak yeniden dönmeliyiz o eski barakamıza. Harap da olsa onarmalıyız yeniden o lekesiz yeri. Paslarını sökmeli, pusunu gidermeli. Baharları içimize getirmeli. Aseton, karton, piton ve slikon…
Editör : Suna Türkmen Güngör