AZRA ERHAT / ANADOLU'NUN VE MİTOLOJİNİN MAVİ YOLCUSU
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü'nün Y harfindeki maddeleri yazmayı bitirip Z'ye geldiğinde gözleri biraz dinlensin diye yakın gözlüğünü çıkarıp masanın üstüne koydu.
Klasik Filoloji eğitimi aldığı Ankara Üniversitesi'nde uzun yıllar ders verip çeviri tecrübesi olmasına rağmen Mitoloji Sözlüğü'nü hazırlamaya başlamadan önce yaşadığı gerginlik aklına geldi. Sabahattin Eyüboğlu ve Halikarnas Balıkçısı'nın gönülden desteğine rağmen yazmaya ilk adımı atmakta çok zorlanmış, bu da günlerce başının ağrımasına sebep olmuştu. Şimdiyse, kendini tedirgin edip gözünü korkutan bu kapsamlı çalışmayı tahmininden daha kısa sürede bitireceğini görmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Yılların bilgi birikimi bir yana, zamanının çoğunu alacağını düşündüğü Mitoloji Sözlüğü'ne başlamasıyla bitirmesi neredeyse bir seneden daha kısa sürmüştü.
İşte nihayet geriye saymaya başlamış, Z harfinden belirlediği dört maddeyi de ekleyince kitabının yazımı bitmiş olacaktı; Zagreus, Zephyros, Zethos ve Zeus. Yunan mitolojisindeki Zeus'la noktayı koymak hem efsaneleri hem de sözlüğü derleyip toparlayacak diye aklından geçirdi. Eski Yunan'ın şimsekleri, yıldırımları seven tanrısı Zeus... Buyruk üstüne buyruk yağdıran Zeus... Mitolojideki tanrıların tanrısı Zeus da tek tanrılı dinlerdeki gibi yaşamın mutlak hakimi değil miydi?
Troya Savaşı'nı İda Dağı'nın tepesinden seyrederken zaman zaman Akhaların zaman zaman da Troyalıların üstün gelmesi için müdahalelerde bulunmasına diğer karakterlerden hangisi itiraz edebilirdi ki? Gerçi ona karşı gelme cüretini gösteren, ateşi çalıp insanlara veren Promethe'nin hikâyesine bir ekleme yapacağını hatırlayıp tekrar çalışmasına döndü.
Ertesi gün, A. Kadir'le buluşmayı planlamışlardı; Azra Erhat, ona notlarını gösterip Homeros'tan birlikte çevirdikleri İlyada ve Odysseia'dan eklemesi için tavsiye edeceği bölümlere karar vereceklerdi. Ve son okumadan sonra yayınevine göndereceği dosyasının basılıp matbaadan geleceği günün heyecanlı bekleyişiyle baş başa kalacaktı.
Bu kadar yoğunluğun arasında bir sonraki Mavi Yolculuğun hazırlığına pek başlayamamış, Sabahattin'le Balıkçı'ya da katılıp katılmayacağının haberini de daha vermemisti. İkisi de bu konuda aşırı titiz olduğundan programı erkenden hazırlayıp en ince ayrıntısına kadar düşünür, hiçbir şeyin eksik kalmamasına özen gösterirlerdi. Ve en önemlisi de katılımcılardan yaptıkları programa sadık olup harfiyen uymalarını beklerlerdi.
1950 ve 1960'lı yıllarda Mavi Yolculuğa çıkıp Ege ve Akdeniz bölgesindeki tarihi ve coğrafi değerlerin izini sürenlerin arasındaydı Azra Erhat. Geçenlerde kendisine, "Peki nedir bu Mavi Yolculuk?" diye soran yolda karşılaştıği eski bir tanıdığa, şimdiye kadar hiç aksatmadan katıldığı bu gezileri konu alan Mavi Yolculuk ve Mavi Anadolu kitaplarından biraz bahsedip artık ezberinde yer eden şu satırlarla cevap vermişti.
"Mavi yolculuğu anlatmak zordur, mavi yolculuğu yaşamak gerek..."
"Mavi Yolcu olmak ne demektir?' diye sorarsanız 'Bu bir bilinç işidir.' derim. Bu bilinç, insana bir ayrıcalık bir üstünlük duygusu verir, ama mavi yolcuyu çevresinden ayırmaz; tam tersine bir çeşit sağtöre aşılayarak bu ülküyü başkalarına da benimsetme hevesini verir..."
Mavi Yolculuğun öncüsü gürleyen "Merhaba"sıyla Cevat Şakir Kabaağaçlı namı diğer Halikarnas Balıkçısı; Mavi Yolculara, hem bölgenin tarihi ve doğal güzelliklerini gösterir hem de eski uygarlıklar hakkında bilgi verirdi. Anadolu uygarlıklarının ortaya çıkarılıp tanıtımına katkı sağladığı için Halikarnas Balıkçısı'na, Kültür Bakanlığı 1971'de ödül vermişti. Aynı zamanda bu kültür gezileri ve yazdığı kitaplarla bölgenin turizme açılmasında da Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın etkisi ülke sınırlarını aşmıştı.
Mavi Yolculuğun isim babası Sabahattin Eyüboğlu; Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Vedat Günyol, Alev Ebuzziya, Mina Urgan, Melih Cevdet Anday ve daha nice tarih, coğrafya, edebiyat, sanat ve arkeoloji meraklısı aydına liderlik edip şehre döner dönmez düzenlediği Pazartesi Toplantıları'yla Mavi Yolculuk izlenimlerini paylaşırdı.
Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu'yla beraber çeviri üzerine çalıştıkları yoğun bir günün sonuna doğru yayınevinden gelen telefonla kitabının hazır olduğu haberini alır. İsterse yarın eve gönderebileceklerini söyleyen yöneticiye teşekkür edip merakından daha fazla beklemek istemediğini hemen gelip görmek istediğini söyler. Azra Erhat'ın sevincine şahit olan Sabahattin Eyüboğlu, "Gözün aydın, zaten iyice yorulmuştuk. Bugünlük bu kadar yeter. Haydi beraber çıkalım." diyerek ceketini alıp kapıya yönelir. Sokağın girişine doğru yürürlerken gelen ilk taksiye binerler.
Yayınevinden içeri girer girmez tatlı bir telaşla kitabına ulaşmaya çalışan Azra Erhat'la Sabahattin Eyüboğlu'nu yayınevinin yöneticisi karşılayıp odasına götürür. Masanın üzerindeki Mitoloji Sözlüğü'yle selamlaşan Azra Erhat, sayfaları çevirip Apollon, Artemis, Hercules, Kibele ve birkaç karaktere daha göz gezdirip Ön Söz'ün ilk paragrafını okumaya başlar:
MYTHOS VE MYTHOLOGIA
İlkin Söz vardı, der Kitap. Bunu Platon duysa "Söz mü, hangi söz?" diye sorar. Çünkü eski Yunan dilinde söz kavramını vermek için bir değil, üç sözcük vardır: Biri "mythos" öbürü "epos" üçüncüsü "logos" Mythos söylenen ve duyulan sözdür; masal, öykü, efsane anlamına gelir. Ama mythosa pek güven olmaz, çünkü insanlar, gördüklerini, duyduklarını anlatırken birçok yalanlarla süslerler.
Bu yüzdendir ki Heredot gibi bir tarihçi mythosa tarih değeri olmayan güvenilmez söylenti der, Platon gibi bir filozof da mythosu gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal diye tanımlar. Epos daha değişik bir anlam taşır: Belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan sözdür, epos insana tanrı armağanıdır, güzelim süslü sözleri bir araya getirerek büyüler dinleyicilerin bir ozan. Ozanın sözünü tanımlayan epos böylece şiir, destan, ezgi anlamına gelmiş ve o gün bugün epik ve epope diye Batı dillerinin hepsinde yerini almıştır.
Mythosla epos arasında ilkin bir yakınlık vardır, mythos söylenen sözün, anlatılan öykünün içeriği ise epos da onun doğal olarak aldığı ölçülü, süslü ve dengeli biçimidir. Epos ne kadar güzelse, mythos o kadar etkili olur, eposla mythosun bu başarılı evlenmesini ki ilkçağdan kalma efsanelerin ürün vere vere günümüze dek yaşamasını ve mythos kavramının çağlar ve uluslararası bir nitelik kazanarak ölmezliğe kavuşmasını sağlamıştır. Ama bir de logos vardı.
Onun sözcüğünü başta Herakliotos olmak üzere İonya düşünürleri eski deyimiyle "physiologoi" yani doğa bilginleri yapmıştır. Onlara göre logos gerçeğin insan sözüyle dile gelmesidir. Logos bir yasal düzeni yansıtır, insanın bedeninde ve ruhunda bir logos bulunduğu gibi evrenin ve doğanın da logosu vardır. Logos insanda düşünce, doğada kanundur, her yerde ve her şeyde vardır, ortaklaşa ve tanrısaldır. Logosu bulmak, sırlarını göz önüne sermek, insan sözüyle dile getirmek düşünürün asıl ödevidir.
Logos kavramıyla açılan bu çığır dosdoğru bilime varmış, öyle ki logos-logia bugün herhangi bir araştırma dalında bilgini ve bilimi dile getirmek için kullanılan birer ek olmuştur...
***















































