BİYOGRAFİ
Giriş Tarihi : 31-05-2025 16:21   Güncelleme : 31-05-2025 19:11

Abdülhak Şinasi Hisar - İstanbullu Yazar İstanbul’u Yazar / Nüzhet Ünlüer

Hazırlayan: Nüzhet Ünlüer -ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR / İSTANBULLU YAZAR, İSTANBUL’U YAZAR

Abdülhak Şinasi Hisar - İstanbullu Yazar İstanbul’u Yazar / Nüzhet Ünlüer

ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR (1887-1963) / İSTANBULLU YAZAR, İSTANBUL’U YAZAR 

İstanbul ve Abdülhak Şinasi HİSAR

Hem Osmanlı'nın son zamanlarını yaşamış hem de 1963'deki vefatına kadar Cumhuriyete tanıklık etmiş; İstanbul'un İstanbul olduğu zamanların, İstanbullu yazarı Abdülhak Şinasi Hisar...

Çocukluğunun İstanbul'unun güzelliğine duyduğu derin özlem ve sevgiyle yazdığı kitapları, onu edebiyatımızın unutulmazları arasındaki yerine tüm ihtişamıyla oturtur. Ailesinin her iki tarafı da Osmanlı aristokrasisinden geldiği için bizzat şahit olduğu yalı ve köşklerdeki hayatları ayrıntılarıyla anlatır, sanki mazide İstanbul'a ait iyi ve güzel olan ne varsa bizimle paylaşmak ve bize göstermek ister.

Çocukluk adresleri; annesinin ailesinden dolayı Boğaziçi'nde Rumelihisari, babasının ailesinden dolayı Adalar'da Büyükada ve bir de Çamlıca'dır.

Abdülhak Şinasi Hisar, Geçmiş Zaman Köşkleri'nde içinde büyüdüğü bu iki cennet arasındaki yolculuğunu bizlere şöyle anlatır:
 "Ömrümün ilk yılları Büyükada ile Rumelihisarı'nda ve -gerek Ada gerek Hisar evlerimizde gördüğüm ayaklı saatlerin hep bir yandan bir yana gidip gelen rakkasları gibi- bunların arasında gidip gelmekle geçti. Çocukluğumda söylediğim ve akrabama akıllı bir adam olacağım zannını vermiş olduğundan onların gülerek tekrar etmeyi sevdikleri sözlerimden birini daha sonra kendilerinden duymuştum. Bir gün ahbaplarımızdan biri beni köprü üstünde annemlerin yanında görünce "Nereye böyle?" diye sormuş. Ben, daha yeni konuşmaya başlamış bir çocuk olarak: "Ada'dan Hisar'a, Hisar'dan Ada'ya" demişim. (Sayfa: 15.  Sanırım baskı hatasından dolayı ifade bozuktu, son cümlelerin düzenlenmesi bana aittir. Nüzhet Ünlüer)

Ömrümün ilk yılları, sağdan sola bir gidip bir gelen salıncak sallanışıyla, hep bu yerlerde ve bu iki kutbun arasında geçer ve bu yol ancak Ada'dan Hisar'a gelirken bazen sağa dönerek Çamlıca Tepesine kadar çıkar, bazen sola saparak Haliç'in ucundaki Bahariye'ye kadar uzanırdı..." (Sayfa:16)

Çocukluğundan itibaren Matmazel mürebbiyesinden aldığı Fransızca dersleriyle dile olan hakimiyetini erken yaşlarda kazanır. Matmazelle birlikte çıktıkları Büyükada'daki unutamadığı akşamüstü gezintilerinde Ada'nın bedene şifa temiz havası ve gözlere sefa doğal güzellikleriyle beslenen ince ruhunu sanki bize göstermek ister; "... Onunla her akşam pek beğendiği Nizam Caddesi'nde gezinmeye çıkardık. Guruba (günbatımı) karşı geçen bu romantik ve hulyalı saatleri yalnız hatırlamakla kalmayarak rüyalarımda hâlâ bazen ziyaret eder ve tekrar yaşarım.

Gurup (günbatımı), Heybeliada'nın arkasında ta ilerideki İstanbul'un hayal meyal seçilen mor ve eflatun çizgisi üzerine ışıklarını kapatırdı. Denizin üstüne yatmış ve yaslanmış gibi duran Heybeliada bütün bu muhitten, derinlikleri örten nazlı sulardan, kırları uyutan akşamdan çıkan ve yayılan sükut ile dolmuş gibi görünürdü. Nizam Caddesi'nin birer peri masalı ve hayatı saklar gibi gözüken kuytu, süslü evleri, gölgeleri ve lambalarıyla bu saatlerin ahengine uyan bir muhit olurdu." ( Sayfa: 21)

Ada hayatının alafranga kapılarına dedesinin Büyükada'daki köşkünden aşinadir. Aynı zamanda küçük bir çocuk olarak değil de kıymetini sonradan anlayacağı özellikle mehtaplı gecelerde Boğaziçi'nde çıkılan sandal sefaları Abdülhak Şinasi Hisar'ın anlattığı sayısız İstanbul anılarından sadece biridir.

"Daha, bu eski gecelerde mehtap alemleri yalnız gece yarılarına kadar değil, sabahlara kadar sürermiş. Dağılan kafirlerden son ayrılanlar kayıklarıyla yalılarına giderlerken şafağın söktüğünü görürler de şaşarlarmış ve "Aman Yarabbi! her sabah bu kadar güzel midir? Neden bizim haberimiz yok da bu güzelliği niçin her gün seyretmiyoruz?" derlermiş... " (Boğaziçi Mehtapları, Sayfa: 148)

Gençliğe, Beyoğlu'nda Mektebi Sultani yani Galatasaray Lisesi'yle adım atar. Edebiyat merakı ve hevesinin başlaması da Ahmet Haşim, Ruşen Eşref Ünaydin, İzzet Melih gibi edebiyatçılarla ahbap olduğu yine bu gençlik döneminde filizlenir.

II. Meşrutiyet öncesi İstibdat döneminde İstanbul'dan kaçmak zorunda kalan Abdülhak Şinasi Hisar, şehrine mecburen üç senelik bir ara verir. Fransa'ya gider; Paris'te boş durmaz, École Libre des Sciences Politiques yani Siyasal Bilgiler'de öğrenci olur. Avrupa'daki İttihat ve Terakkicileri tanımasına rağmen siyasetle ilgilenmek istemez hatta uzak durur. Tercihi edebiyattan yanadır; entelektüel hayatın merkezi olan Quartier Latin'de kültür, sanat ve edebiyatçıların toplantılarına katılır. Orada tanıştığı Avrupalı aydınların yanı sıra İstanbul'dan da arkadaş olduğu Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'le Paris'in kültür ve sanat ortamında bir araya gelir. Bu üç değerli edebiyatçımız yurda döndükten sonra da entelektüel birlikteliklerini İstanbul'da devam ettirirler.

Abdülhak Şinasi Hisar, Fransa'dan döndükten sonra ilk önce Alman ve Fransız şirketlerinde çalışma hayatına başlar. Osmanlı Bankası ve Reji İdaresi'nde tecrübe kazandıktan sonra yönü, İstanbul'dan Ankara'ya devlet kademesine doğru değişir. Dışişleri Bakanlığı'nda müşavirlik yapar.

Çalışma hayatında da edebiyattan kopmayan yazarımız, nihayet doğup büyüdüğü sevgili İstanbul'una tekrar kavuşmanın tarif edilemez sevincini yaşar. Yaşamının bu döneminde kendini tamamıyla edebiyata adayıp yazılarının ve aşağıda adlarını verdiğim kitaplarının içine İstanbul'u ince ince işler.

Çamlıca'daki Eniştemiz
Fahim Bey ve Biz
Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği
İstanbul ve Pierre Loti
Yahya Kemal'e Veda
Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı
Boğaziçi Yalıları
Boğaziçi Mehtapları
Geçmiş Zaman Köşkleri
Geçmiş Zaman Fıkraları
Kitaplar ve Muharirler- I II III
Türk Müzeciliği

Edebiyatçılarımızın çoğunda olduğu gibi Abdülhak Şinasi Hisar da edebiyata şiir yazarak başlar. İlk şiirleri Yarın dergisinde, ilk eleştiri ve kitap tanıtımları Dergah dergisinde yayınlanır. İleri ve Medeniyet gazetelerindeki yazıları, onun profesyonel olarak yazı hayatında adını duyurur, tanınmasını sağlar. Ağaç, Varlık, Türk Yurdu, Ülkü, Hakimiyeti Milliye, Milliyet ve Dünya gibi dergi ve gazetelerde yayınlanan yazılarının hemen hemen her satırında İstanbul ve maziye duyulan özlem vardır.

İlk romanı "Fahim Bey ve Biz" 1942'de Cumhuriyet Halk Partisi Hikâye ve Roman Ödülü'nde üçüncü olur. Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen kullandığı dil ve üslubuyla da geçmişe bağlılığını gösterir. Romanlarında Fransa'da bulunduğu zamanlarda etkisinde kaldığı Maurice Barres, Anatole France ve Marcel Proust gibi yazarların edebiyat anlayışlarından izler görülür.

Abdülhak Şinasi Hisar'dan Geçmiş Zaman Köşkleri ve Boğaziçi Mehtapları'nı geçmişte okumuştum. Bu yazıyı hazırlayabilmek için tekrar göz gezdirdiğimde amacım Abdülhak Şinasi Hisar'a yaraşır bir yazı yapabilmekti. Ancak gittikçe artan endişem buna pek müsaade etmedi. İkimizin yaşadığı İstanbul zamanın hükmüne yenilip birbirinden o kadar farklılaşmıştı ki sanırım kaybolan o güzellikleri Üstadın kaleminden okuyup yazıyı bitirmek cok daha iyi olacak.

"Her sene yalıya dönünce baharın genç tenli, uzun boylu, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar ağaçlar yeşillenir, beyaz ve pembe çiçeklerini ve erguvanlar da lâlden alevlerini açarlar. Çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü bir saadet vaadiyle kaplar. Her şey kolaylaşmaya, revanlaşmaya başlar. Hayatları hâlâ tabiatın lutfuna veya kahrına göre kurulan insanların ruhlarına ezeli bir ferahlık çağlar. Günler mavimtrak saatlerini gönüllerin üstünden hayatın musikini söyletmek için bir mızrap gibi geçirir ve kuş cıvıltılarıyla dolu, bir çocuk neşesi tadındaki saffetli sabahların, sevilen gözler gibi tesir eden, seven bir kalp gibi dolgun ve durgun akşamların ve menekşeler örülmüş gecelerin şiirli silsilesi başlar. (Boğaziçi Mehtapları, Sayfa:26)

***

TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE  KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...

Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi