ÜZÜMLÜ KEK
Temmuz'un ortalarıydı. Ağaçlar çiçek açmıştı. Etraf yemyeşil, güneş ısıtıyor, rüzgâr mis gibi çiçek kokularını etrafa yayıyordu.
Kuşlar her zamanki gibi seranat ediyordu. Metropolün kalabalığından uzak bir yerde tenhada ağaçların gölgesinde bir kulübe göze çarpıyordu.
Dikiş makinasının sesi saatin akrep yelkovanı gibi etraftan duyuluyordu. Ve tabiki de yorgun, yaş almış bir kadının melodisi eşliğinde.
Seksenine merdiven dayamıştı Zahide Hanım... Nasıl da hoş nasıl da naif. Pamuk tarlası gibi bembeyaz saçlarıyla. Yüzündeki çizgiler, yaşanmışlıklarının göstergesiydi. Gözler de artık eskisi gibi görmüyor, seçemiyor, titrek elleriyle birşeyler dikiyordu.
Yüzünden akan terini silerken, ayaklarında parmak arası terliği; duvara asılmış elbiseler, masanın üzerinde kendi diktiği çiçekler, renkli minderler; cızırtılı, akordu bozulmuş bir radyo. Radyoda çalan hicaz bir şarkı, örme hasır sepetler, örülmeyi bekleyen ip yumakları vardı. Divanın üzerinde uyuklayan bir sarı kedi, makinanın sesinden gıcırdayan tahtaların sesine eşlik eden yaşanmışlık kokuyordu kulübenin her köşesi.
Beni görünce yaşlı gözlerinde bir gülümseme belirdi. Arkasında toplamıştı aklaşmış saçlarını.
– Hoş geldin kızım...
– Hoş buldum teyzecim. Tanrı misafiri kabul eder misin?
– Ne demek, başımla beraber. Uzun zamandır kimse gelmiyor zaten buralara.
– Ben bir kitap yazıyorum teyzeciğim. Karavanımla giderken yolum buraya düştü.
Bir müddet izledim sizi. O kadar hoş ve naiftiniz ki. Rengârenktiniz, bayıldım size ve kulübenize.
– Çay içer misin kızım, ocakta çay var. Yanında da üzümlü kurabiye. Hadi sen koyuver kızım. Ben şimdi kalkarsam ayarı bozulur bu emektarın.
Zahide Teyzenin evi de kendi gibi rengârenkti. Bir oda, bir mutfak. Renkli ve çiçekliydi perdeler. Divanın örtüsü de renkliydi. Belliki kendi dikmişti. Masada bir vazo içinde taze kır çiçekleri vardı. Mis gibi kokusunu yaymıştı etrafa. Küçücük bir mutfağı vardı. Duvara asılı tahta bir terek, renkli örtüler, emaye tabaklar, mavi desenli bir kaç tabak çivilere asılı fincanlar vardı. Ne kadar zevkli ve temizdi. Çiçek gibi kokuyordu etraf.
Çayımızı yudumlarken uzun uzun beni izlediğini farkettim Zahide Teyzenin. Ne tatlı gülüyordu. Hava güzeldi, yazın en güzel zamanlarıydı. Hafiften rüzgâr esiyordu.
– Adın ne senin güzel kızım.
– Benim adım Dilek, teyzeciğim.
–Kaç yaşındasın?
– 25 teyzeciğim.
Zahide Teyze derin bir iç çekip yine uzun uzun yüzüme baktı. Diktiği parçayı bir kenara bırakıp ellerimi avuçlarına aldı. Sıcacıktı.
– Şu an en güzel yaştasın kızım. Her anının kıymetini bil. Bolca güzel anılar biriktir. Yeni yerler keşfet. Çok sev, çok sevil. Sevdiklerinle birlikte kaliteli bir yaşam seç. Bir daha asla geri gelmeyecek bu gençliğin. Zaman öyle acımasız ki. Bir daha asla bu yaşta olamayacaksın.
Gözleri dolmuştu. Pamuk yüzünden yaşlar boşalmıştı. Galiba ikimiz de aynı anda duygulanmıştık Zahide Teyzeyle. Tanışalı çok kısa bir süre olmuştu ama sanki kırk yıldır tanıyormuşum hissi uyanmıştı bende.
Kimbilir ne anılar ne hikâyeler gizliydi Zahide Teyzenin anılar dağarcığında. Üzümlü kek de çok güzeldi.
Belki de üzümlü kek tadında bir hikâyeydi hayat.