GEZİ YAZISI
Giriş Tarihi : 02-12-2022 20:15   Güncelleme : 02-12-2022 21:32

Urfa'da İki Gün

Yazan: Dilek Tuna Memişoğlu -URFA'DA İKİ GÜN

Urfa'da İki Gün

URFA’DA İKİ GÜN

Sabahın en taze zamanlarında adımlamaya başlıyoruz bu şehri…
Günün henüz ısıtmadığı taş yolları.

Bir masal kitabından çıkmış gibi ara sokakları…

Hayatların ardındaki evleri, yaşamları hayâl ede ede kayboluyoruz Urfa’nın tarihi evlerinin arasında…

Şöyle bir kahvaltı ediverelim, diye çıktığımız yolda sokakları şaşırmak hoşumuza gidiyor…
Sonra kalabalıklar artmaya başlıyor.
Sokak kapılarından kadınlar, erkekler çıkıyor.
Çocuklar görüyoruz tüm neşelerini bürünmüş koşturan.

Minik ellerinde sıcak pideler taşıyorlar evlerine.
Gün ilerledikçe pide, patlıcan, kebap kokuları, yaşam sesleri artıyor gitgide.
Sabahki sakinlik yerini yoğun kalabalıklara, biraz da karmaşaya bırakıyor.

Eski çarşısında yürürken zorlanıyoruz ara ara.
Küçük dükkânlarda allı pullu kumaşlar, 
Göz alıcı altın takılar, tespihler, süs eşyaları, ıvır kıvır şeyler görüyoruz.
Tabii bir de her köşe başında karşımıza bir ciğerci, çiğ köfteci, tatlıcı çıkıveriyor.
Yemek kokuları, insan kalabalığı derken, 
Şehrin bu cümbüşüne bir zaman sonra biz de ayak uyduruyoruz.

Salaş bir dükkâna dalıp lavaş arasında ciğerden tadıveriyoruz.
Kasım ayında havası harika. 
Ne soğuk ne sıcak.
“50 dereceyi, hatta fazlasını görüyoruz buralarda” diyor sıcakkanlı insanlarından biri.
Kime ne sorsak bunaltmayan bir ilgiyle yardımcı olmaya çalışıyorlar.

Şehrin kale surlarının dibinde kurulu eski bölgesinde hayat biraz sıra dışı…
Masalsı…
Azıcık karmaşık…
Geçmişten kalma bolca iz taşıyor.
Bize adeta eski Urfa’nın küçük bir resmini çiziyor. 
Tabii, “Keşke biraz daha düzen ve temizlik olsa” diyorsunuz zaman zaman.
Belki bir dahakine böyle olur, umut ediyorum. 

Bir gece ve iki gün yaşadığım Urfa’yı seviyorum…
Mezopotomya’nın bu kadim bölgesi değerleniyor gözümde, gönlümde…

BALIKLIGÖL (HALİL-ÜL RAHMAN)

Hava pırıl pırıl, güneş var…
İçinde ışıklar ve balıklar oynaşan koca bir havuz…
Etrafında insanlar…
Balıklara yem atanlar, dua edenler, dilek tutanlar,
Fotoğraf çekip ânı ölümsüzleştirenler…

Bir sonbahar gününde Urfa Balıklıgöl’deyim…
“Halil-ür Rahman” da denilen, bu kocaman havuz ve balıklar kutsal sayılıyor.
Burada bir mağarada doğan ve devrin zalim hükümdarı Nemrut’a karşı gelen İbrahim Peygamber, kurulan dev mancınıklarla şu an gölün olduğu yerde yakılan kocaman bir ateşe atılarak cezalandırılır.
Sonra bir mucize olur ve ateş suya, odunlar da balıklara dönüşür.

Bu hikâyeyi daha önce okumuştum. Şimdi bir kez de buradakilerden de dinliyorum…
“Balıkların sırtındaki lekeler o zamandan kalma ” diyorlar. 
Dikkatle bir kez daha sulara, balıklara bakıyorum. 
Sular berrak, balıklar kendi halinde bir oraya bir buraya yüzüyorlar.
İyiliğin kazanması içten içe mutlu ediyor beni.
Bir teyzecik balıkları beslemek için aldığı yemden bana da uzatıyor gülümseyerek, “Evlâdım balıkları besle sen de, dua da et, kabul oluyormuş…”
Teşekkür edip, minicik yemlerden alıyorum biraz.

Suya bırakıyorum.
Bıraktığım yerde hemen bir hareketlilik.
Balıklar toplaşıveriyor.
O arada tüm iyi duygularımı geçirmeye çalışıyorum içimden.
Nasıl ki kötülüğün ateşi sönüp böyle berrak bir suya dönüşmüş, içinde yeni hayatlar oluşmuş;
ben de diliyorum ki, ülkemde, dünyamda kötülük ateşleri sönsün…

İyi insanlar kazansın artık; iyilikler, güzellikler yol bulsun etrafımızda…
Dua ve dileklerim gölün berrak sularıyla buluşup dalga dalga evrene yayılıyor…

GÖBEKLİTEPE

1986 yılında Urfalı bir çiftçi tarlasında çalışırken bir heykel bulur. İlin müzesine götürür. Sonra zaman geçer, arkeologlar bir araştırma için geldiklerinde heykeli görürler. 

Bölgede kazıya başlarlar. Bir hayli uğraşırlar ve zaman içinde Göbeklitepe’nin boyları altı metreyi bulan, insan figürünü temsil ettiği düşünülen heykellerine ulaşırlar.
Ardından çalışmalar, kazılar derken o zamandan bugüne, Göbeklitepe’de 200 den fazla sütun, 20 daire şeklinde tapınak tespit edilir. Bunlardan altı tanesi gün yüzüne çıkarılır.
Tarlasında heykelleri bulan çiftçinin yeğeni Göbeklitepe’de bekçilik yapmaya başlar. 

10.800-11.600 yaşında olduğu söylenen Göbeklitepe’deki bulgular da tarih kitaplarının seyrini değiştirir.
Mısır Piramitlerinden 9000, İngiltere’deki Stonehenge’den 6000 yıl önce inşa edildiği düşünülen bu kalıntılar, “İnsanlık tarihinin en eski yerleşim alanı ve ibadethanesi” olarak kayda geçer…

Şanlıurfa merkezdeki Arkeoloji Müzesi"nde buradan çıkan eserler sergileniyor. 
Ayrıca daire şeklindeki tapınağın gerçek boyutlarında yapılmış şeklini yakından görüp, içinde gezebiliyorsunuz.

Müzenin hemen yanından düzenli aralıklarla Göbeklitepe’ye servis kalkıyor.
Yaklaşık 45 dakikalık mesafedeki bu alana, Harran’ın bereketli topraklarının arasından kıvrılarak yol alırken heyecanlıyız.

Gün batımına yakın bir zaman diliminde görüyoruz Göbeklitepe’yi…
Yazının icadından daha eskilere uzanan tarihiyle, bu özel yerleşim yeri dünya mirası sayılıyor.İçinde yürümemiz yasak. 

Alanı çepeçevre gezmemizi sağlayan ahşap yolda ilerlerken her bir ânı hafızamda tutmak istiyorum. 
Kocaman dikitleri, üstündeki ejderha, aslan, yılan, turna kuşu, boğa, tilki, yaban ördeği figürlerini inceliyorum… 

Burada yaşananları, yaşayanları hayâl ediyorum. 
Canım Anadolu’mun ne denli bereketli ve kıymetli olduğuna bir kez daha şahit oluyorum…
Göbeklitepe hakkında daha çok anlatılacak söz var. 

Bu özel yer daha çok konuşulacak, ülkemde ve dünyada.
Bakalım tarihe nasıl notlar düşülecek?
Bu gizemli bölgenin daha ne sırları ortaya çıkacak?

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi