ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-05-2025 16:50   Güncelleme : 12-05-2025 18:39

Sultan Bacı / Kenan Gül

Yazan: Kenan Gül -SULTAN BACI

Sultan Bacı / Kenan Gül

SULTAN BACI

Onu ilk gördüğümde denizden eli boş dönerken oltalarıma karışmış yosun kokularıyla yeterince sarhoş olmuştum.

Bir de üstüne üstlük dalgaların etkisiyle birbirine girip çözülemez olmuş misinamı düşünürsek; hayalini kurduğum bu tatlı kaçamak yavaş yavaş işkence hâlini alıyordu.

Ardımdaki kayalardan gelen ritmik seslere döndüğümde beyaz şekilli ayakları üzerinde benden uzaklaşan kahverengi kısrağı ve kısrağın rengiyle uyumlu o muhteşem saçları gördüm. Ardından ona bakarken bana bıraktığı lavanta kokusu, yosun kokusuyla yer değiştirmeye başlamıştı bile…

Babamın zamansız vefatıyla çok genç yaşta şirketin başına geçmek zorunda kalmıştım. Ardımda bıraktığım on sene içinde emanetini daha iyi bir çizgiye oturtmak için gecemle gündüzüm birbirine karışmıştı. Şirkette sabahlayıp eve uğramadan geçirdiğim geceler semeresini vermiş ve emsalleri arasında aranılan bir marka olmayı başarmıştık.
Bu süreçte, sanırım kendime fazlasıyla borçlanmıştım. Sekreterimin masası üzerinde duran kitapla kafamda geliştirdiğim tüm yaşama ait öğretiler kabuk değiştirmeye başladı. Robin Sharma'nın "Ferrarisini Satan Bilge"si beni yavaş yavaş girdabına çekiyordu.

Ancak uzun soluklu bir düşünüşten sonra, yanımda çalışanların ekonomik beklentileriyle de yüzleşmek durumunda kalmıştım. Onun gibi her şeyi satıp onlarca çalışanımı ekonomik düzene kurban verecek kadar cesur olmak yerine, kendimi kısa süreli kaçamaklarla ödüllendirmek istedim. Sanırım yaşamda verdiğim en sağlıklı kararlardan da biri buydu.

Hiç balık yakalayamamıştım. Bu normal miydi bilmiyorum. Akşam üzeri çadırımın önünde deniz manzaralı balık keyfi, uzaklarda biriken gri bulutlara bırakmıştı kendini. Gerçi hazırlıklıydım…

Üşenmeden çayımı demledim. Çadırımın önündeki sandalyeme yerleştim. Akşamın tadını çıkarmak için deminde bir çay yeter de artardı bile.

Rüzgâr hafifçe dozunu artırmış, dalgaların  ucundaki beyaz köpüklü kırılmalar iyice belirginleşmeye başlamıştı. Serinliğin ürpertisiyle üzerime bir şeyler almak için çadıra girdim. Dışarı çıktığımda beni izleyen iki çift gözle karşı karşıya kaldım.

İçimde birden alevlenen korku emaresini yüzüme yansıtmamaya çabalarken yaşlı olanı konuşmaya başladı.

"Hoş geldin yeğenim. Ben hemen şu tepenin ardındaki köyün muhtarıyım. Sultan bacı söylemese haberimiz olmayacaktı. Buranın geceleri belli olmaz. Havaya aldanma, birazdan deniz patlar. Sesi, gürültüsü, üstüne üstlük soğuğu çekilmez. Seni almaya geldik. Gel bu gece köyde misafirimiz ol."

Korkumun yerini karşımdaki yaşlı adamın samimi sözleri almıştı. Yine de ben bu deneyim için gelmemiş miydim?

Nezaketle cevapladım.

"Sağol bey amca, burada kalsam daha iyi olur."

Yaşlı adam karanlığa inat ışıltılı gözlerle bu kez daha dokunaklı konuşmaya başladı.

"Böyle şeylerin gururu olmaz delikanlı. Köy odamız yeterince misafirperverdir. Hem Sultan bacımızı da kırmamış oluruz."

"Israrla bahsettiğin Sultan bacı da kim oluyor?" diye sorduğumda; "Rahmetli Kadir Ağa’nın kızı," diye aldığım cevap dudaklarımda alaycı bir kıvrım bırakmıştı. Karanlığın içinde bile yüzümdeki ifadeyi fark eden muhtar tekrar konuşmaya başladı.

"Allah biliyor, Kadir Ağa çok çektirmişti köylüye. Onun yatalak olmasıyla yurt dışında okuyan kızı geçti çiftliğin başına. İşte o günden bu yana köyün kaderi değişti. Sultan bacının el atmadığı şey kalmadı. Köylünün koluna girip rençperlik bile yaptı. Bizim ay ışığımız oldu. Köy onunla karanlık günlerinde yolunu buldu. Sağ olsun bir tanedir. Seni, atıyla dolaşırken görmüş. Bize emanet etti. Yorma bizi, kalk gidelim bu gece. Yarın istersen dönersin yine buraya."

Gökyüzünde toplanan bulutlar ve rüzgârın aheste çaldığı ıslık kararımı değiştirmeye yetti. Toparlanıp peşlerine takıldım. Aslında biraz da Sultan bacıyı merak ediyordum. O beni görmüş, bense onun sadece lavanta kokulu saçlarıyla kayboluşunu izlemiştim.

Sabah kalktığımda kendimi hiç bu kadar zinde hissetmediğimi fark ettim. Saatten haberim yoktu. Odanın perdesini aralayıp dışarı baktım. Sonra duş alma ihtiyacı hissettim. Tam duşumu alıp üzerimi giymiştim ki kapı çalındı. Açtığımda karşımda ellerinde bir tepsiyle dikilen delikanlıyla karşılaştım.
"Ağabey kahvaltı getirdim. Afiyetle ye. Sonra gelip seni muhtara götüreceğim" deyip konuşmama fırsat vermeden tepsiyi masanın üzerine bırakıp çıktı. Kahvaltının zamanlamasıyla şaşkınlığım iyice artmıştı. Sonradan öğrendim ki kalkış saatimi bilemedikleri için sabahtan beri, benim perdemi izleyen nöbetçi koymuşlar. İnceliği düşünebiliyor musunuz?

Yanına gittiğimde muhtar; köy meydanına bakan kahvenin salacı altına oturmuş, talimatlar yağdırıyordu…

Beni görünce selam verdi. Sessizce yanına oturdum. Bana döndü.

"Kahve içeriz değil mi? diye sordu. Cevap beklemeden içeriye bağırdı.

"İki kahve, sade olsun." Artık sade kahve içtiğimi nerden bildiğini sorgulamamın anlamı yoktu.
Büyük kentlerde bile nadir bulunan yapısal özellikleri barındıran köy meydanındaki haraketlilik dikkatimi çekti. Bunu anlayan muhtar, açıklama gereği hissetmiş olacak ki konuşmaya başladı.

"Bugün sünnet şenliğimiz var. Beş çocuğumuz sünnet olacak. Sağ olsun Sultan bacı organize etti. Bütün masrafları gizlice o yaptı. Eskiden böyle miydi? Herkes kafasına göre sünnetti, düğündü yapar geçerdi. Varsıl ile yoksul arasındaki fark hep iç acıtırdı. Şimdi öyle mi? Bak, herkesin yatağı yanyana kuruluyor. Tüm çocuklar mutlu... Ha, demedi deme;
konuğumuzsun!” 

İtiraz edecek hâlim kalmamıştı. Ayrıca "Sultan bacı" merakı ise artık beynimde büyük bir yer işgal etmeye başlamıştı.

Rengârenk ışıklarla bezenmiş köy meydanındaki sünnet şenliği, görülmeye değerdi. Komşu köylerden gelen davetlilerin hayıflanan bakışları altında, eğlence tam da tadındaydı.

Onun yüzünü, ilk kez çocuklara armağanlarını verirken gördüm. Oldukça sıradan kıyafetler içinde, sanki dedikleri gibi ayın yansıması kadar duruydu.
Göz göze geldiğimizde içimde şekillenmeyi tamamlayamamış insan telaşı, artık görsel ve duygusal olarak biçimlenmişti. Yanına gidip konuşma isteğiyle tutuşurken koluma giren bir çift el, beni ortada davul zurna eşliğinde halay tutan ahalinin arasına çekmişti. Gözlerimde bıraktığı izlerle, istemeden de olsa müziğe bıraktım; "unuttuğum” kendimi.

Şenlik bittiğinde muhtar salmadı.

"Geç oldu, yola çıkılmaz. Bu gece de misafirimiz ol. Sabah ola hayrola. Dilersen yolun açık olsun. Sağlıcakla gidersin."

Bu kez teklifi samimiyetle kabul ettim.

Beni köy odasının kapısına kadar getirdi. Ancak bu sefer de onu ben bırakmayıp içeri davet ettim. Sultan bacı ile ilgili her şeyi bilmek istiyordum. Kırmadı. Girdi içeri. Oturmadan ocağın başına geçerken “Bir çay demleyeyim, gece uzayacak galiba." dedi. Ve dediği gibi uzadı da.

“Sultan bacı" onlar öyle diyorlardı. Sanırım otuzlu yaşlarındaymış. Köye geldiği günden bu yana babasına ait çiftliğin geliriyle köy dışında okuyan çocukların eğitim masraflarını karşılıyormuş. Ev, ocak olacaklara kol-kanat geriyormuş. Okulu yenilemiş. Köy kadınlarını toparlayıp kooperatif kurulmasına önayak olmuş. Erkekleri bir araya getirip yeni sulama kanalları, köy yolları organize etmiş. Muhtar bunları anlatırken "Tek düşmanı bizim Kahveci Hüsmen çünkü gündüzleri artık hiç kimse kahveye gitmiyor. Herkes bir işin ucundan tutuyor." diye gülüyordu.

Yarın da köy çıkışındaki çitler onarılacakmış.
Muhtar gittikten sonra nasıl uykuya daldığımı anımsamıyorum. Ancak gece boyunca "Sultan bacı"ya dair gördüğüm rüyalar gerçeğimle yüzleşemeyecek kadar acizdi.

Sabah kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra teşekkür etmek için muhtarı aradım. Köy çıkışındaki çitlerin başında olabileceğini söylediler. Yolum da oradan geçiyordu nasılsa.

Çitlerin yanına geldiğimde çalışma telaşındaki insanlar, kendilerini o kadar işlerine vermişlerdi ki aracımı fark etmediler bile. Kenara çekip araçtan indim. Sultan bacı ile muhtar kafa kafaya vermişler, planlama yapıyorlardı. Yanlarına gittim. Daha ben ağzımı açamadan Sultan bacı, "Nereye?" diye sordu.
"Yolum uzun… Yolcu yolunda gerek, her şey için teşekkürler. Muhtarla çok konuştum. Sanırım bize, sizden çok gerek… Yaptıklarınızın hayali bile zor kurulan şeyler. İyi ki varsınız." cevabıma gülümsedi.

"Gidilecek yer belliyse mesafeler kısadır.
Geç kalmazsın. Ama…" diyerek devam etti.

"Halay da gördüm. Maşallahın var. Vücudun kıvrak.
Az önce konuşuyordun, kelimelerin de dilinde kıvrak. Bir görelim seni, ellerin de kıvrak mı? Kap oradan baltayı. Yontuver şu kazıkların ucunu."

İkiletmedim. Denileni sessizce yapmaya çalıştım. Onunla, orada o işi paylaşmanın keyfi yaşadığım her şeyden çok daha güzeldi. Ara sıra yaptığım kaçamak bakışların çoğunda onun duru güzelliğine yansımış samimi gülümsemesini yakalamıştım.

Ve kaçınılmaz olanı yaptım. O akşam, köyü ardımda bırakarak şehrin acıtan kalabalığına döndüm. Galiba değil, gerçekten aşık olmuştum…

Ha, sonunu yazmadan olmaz! Şimdi Sultan bacı, artık Sultan Hanım. Kısa bir süre içinde şirketin başına kardeşimi yerleştirip aynı köye geri döndüm. Kendimi köye kabul ettirmek çok kolay olsa da Sultan bacıya, evlilik teklifimi kabul ettirmek zaman aldı.

Artık köy sokaklarında özgürce koşan çocuklarımızı yetiştirme gibi tatlı bir telaş içindeyiz.

Şirketimden de katkılarla uzanabildiğimiz mesafeler çoğaldıkça içimizde büyüttüğümüz mutluluk daha da yaşamlara dokunmaya başladı…

Buralara yolunuz düşerse sizleri de bekleriz…

***

TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE  KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...

Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz

Editör: Nevin Bahtışen

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi