SIZI
Kimseye açamadığı bir kapının eşiğindeydi. Kelimelere sığmayan bir histi kalbinde taşıdığı. Birazdan ya arabadan çıkıp içindeki sızıyı bitirecek ya da kalbinden dışarıya sızan ve nereden geldiğini bilmediği damlalar ile bir ömür yaşayıp gidecekti.
Arabayı engebeli yolun kenarına zar zor bıraktı.Yerdeki cam parçalarının lastikleri patlatacağı endişesi ile arabadan indi.
Binanın girişindeki merdivenlere doğru ilerledi. Gecenin karanlığında sokak lambasının ışığı merdivenlere vuruyor, üzerindeki nemli yosunları parlatıyordu. Hava öyle soğuktu ki. Kalbinde nereden geldiği belirsiz sızıyı bu soğuk yok edebilseydi keşke, içi şuracıkta soğuyuverse, dönüp sıcacık evine, büzülüp sıcacık yatağında, huzur içinde uyusaydı keşke.
‘Ne işim var burada?’ Bir adım attı merdivene. Ayakkabısının kalın tabanının altında yosun tabakasını hissetti, bir anda durdu, hızla arkasına döndü ve ayak sesleri yankılanan sokakta, koşar adımlarla arabasına yöneldi. Kapıya uzanırken, aniden bir sesle irkildi.
"Gitme! Ne olur… Ne olacaksa olsun ama gitme. Gelmezsen, yaşayarak öleceksin. Yavaş yavaş, sessizce. Ama gelirsen... Belki birlikte ölürüz. Belki de yaşarız, denemeye değmez mi?"
Ses o kadar yakındı ki, kalbi sıkıştı. Arkasına döndü, kimse yoktu. Gözleri, sesin geldiği yeri aradı. Ama hiçbir yerden gelmiyordu bu ses. Dışarıdan değil, içeridendi. Bazen susturmak istediği, bazen hiç duymamış gibi davrandığı o sesti bu. Kendi aklını bile korkutuyordu.
Daracık merdivenlerden çıkınca rutubet kokan bir odada buldu kendini. Duvarları eski, boyası kirlenmiş ve küf içindeydi. Odada sandıktan bozma birkaç oturak vardı, birisine çoktan ortalığa pireler saçan bir kedi yerleşmişti.
Neredeyse yarım saat geçmişti.Tam boş vermeyi, çekip gitmeyi düşünüyordu ki gıcırdayarak açılan kapıdan yavaş adımlarla yanına yanaştı. Ali, hiç böyle tahmin etmemişti.Bu köhne yerde dilenci kılıklı bir adamı beklerken, kapıdan beyaz saçlı, temiz giyimli, neredeyse bilge görünümlü yaşlı bir adam gelmişti yanına. Merhaba bile demeden Ali’nin gözlerinin içine baktı. Ürperdi Ali.
- Çok mu acıyor canın?
- Tahmin bile edemezsin!
- Gel bakalım içeriye, belki yapabileceğimiz bir şeyler vardır.
Daha 5 dakika önce buradan koşar adımlar ile çıkmayı düşünürken, büyülenmiş gibi adamı takip etmeye başladı.
Daha küçük bir odaya girdiler. Odada üzeri kitaplarla dolu bir masa, masanın üzerinde hikâyelerden çıkıp gelmiş gibi duran yarısı erimiş beyaz bir mum, alalade geçirilmiş perdeler ve bir döşek vardı. Yaşlı adam mumu alarak yavaş hareketler ile dizlerinin üzerine çömeldi. Hiçbir şey söylemeden elini döşeğe bir iki kere vurarak uzanmasını istedi.
Cebinden çıkardığı kibrit ile mumu yaktı ve tam Ali’nin başının yanına koydu. Çok güzel bir kokusu vardı. Annesinin çocukluğunda her banyoda onu yıkadığı sabunların kokusunu andırıyordu. Ali’nin yavaş yavaş gözleri kapanmaya başladı. Yaşlı adam sağ elini Ali’nin kalbinin üzerine koydu, sadece koydu. Hiç bastırmadan sadece atışını dinledi. Belki 10 dakika, belki 15 dakika.
“Tamam, kalkabilirsin” dedi.
“Çok kısa sürdü, ne oldu, hiç anlamadım” derken bile tüm vücudunun hafiflediğini hissetmişti.
Ali saatine baktığında neredeyse düşüp bayılacaktı. Neredeyse iki saat olmuştu içeriye gireli. Yaşlı adamın dudağında hafif bir gülümseme belirdi, Ali’nin şaşkınlığı hoşuna gitmişi.
- Otur evladım, birazdan duyacakların seni şaşırtacaktır.
Heyecandan oracıkta ölüp gidecekti Ali. Ne farketmişti? Haftalardır hiçbir doktorun çare bulamadığı acısına, sızısına ne çare bulmuştu?
- Evladım, birazdan anlatacaklarımı nasıl bildiğimi, anladığımı hiç sorma, bilmek istemezsin, istesen de ben anlatamam sana.
Ali’nin merakının yerini korku almıştı.
“Tamam” manasında kafasını salladı, korku ve şaşkınlıktan ağzını öyle bir açmıştı ki salyaları akan bir köpeğe benzemişti.
- Kalbinin sızısı bir süredir var, bir sabah uyandın ve bu sızı seni çok korkuttu değil mi evlat? Kalbin sana ait değil, emanet bir kalbi taşıyorsun.
- Nasıl, nasıl biliyorsun, nasıl bilebilirsin?
Cevap vermedi.
- Zannediyor musun ki kalp sana gelince sadece et parçası olarak geldi, hayır evlat, o kalp, taşıdığı anılar, duygular ve tüm sızıları ile geldi. Bu kalp sende doğduğunda eski sahibindeki sızısı da vardı. Belki hep oradaydı, belki sonradan iyice kök saldı, onu bilemem ama sen yeni fark etmeye başladın.
- Nedir peki bu sızı, dayanamıyorum artık, nedir?
- Bilmiyorum, özlem de olabilir, acı da. Çok kuvvetli bir duygu, bir tahminim var ama…
- Söyleyin hadi, nedir?
- Kalbin sızlıyor çünkü sahibini arıyor, diğer yarısını. Belki bulmuştu onu ya da yaşarken de onu arıyordu bilmiyorum ama bu sızı onu bulmadan dinmez.
Denizin taşlara vurduğunda oluşan şıkırtı içini titretiyordu. Kalbinin atışları gibiydi çıkan ses. Sakindi. Lakin bu sakinliğin içindeki sızı sona ermiyordu. Yaşlı adamın yanından ayrıldığından beri haftalar geçmişti. Kendi zindanında hem mahkum hem gardiyan gibi hissediyordu artık kendini.
Ne olduğunu bilmediği bir şeydi bu. Yıllar boyu makinelere bağlı yaşamı bir sabah değişmişti. Annesi hıçkırarak odasına girmiş, zaten zar zor nefes alan oğlunun boyununa sarılmış ve nakledilecek kalbin bulunduğu müjdesini vermişti. İlk defa hüzün dolu evi tarif edilmez bir sevinç kaplamıştı. Bir eve çöken hüzün ve acı diğer evde tarif edilemez mutluluğa sebep olmuştu.
Nakil sonrası zorlu günler hızlıca geçmişti, bedeni kalbi çok kolay kabul etmişti.Tüm yaşam yeniden yeşermişti. Ta ki bir sabah kalbindeki sızı ile uyanasıya kadar. O kadar paniklemişti ki, yatağından dahi kalkamamıştı.
Kalbini bir daha kaybedeceği korkusu tüm bedenini sarmıştı. Sokaklarda yankılanan ambulasın sesi, içindeki haykırış ile kıyaslanamazdı bile. Hastanede yapılan testlere göre yolunda gitmeyen hiçbir şey yoktu. Hiçbir doktor Ali’yi razı edemiyordu her şeyin yolunda olduğuna.
Kimseye inandıramıyordu. Sızı gösterebileceği bir yara değildi ki. Günler geçtikçe, yaşamaya devam ettikçe, kabul etmişti her şeyin normal olduğunu ama ne yapacaktı bu sızıyı. Dinmek bitmeyen bu sızıyı.
Bu düşünceler ile denizin şıkırtısını dinlerken telefonuna düşen mesaj sesi ile irkildi:
- Hemen gelmen lazım. Gelemez isen hemen ara.
Heyecandan uyuşan parmakları ile zar zor numarayı tuşladı, “Alo” diyen sesi hemen tanıdı. Yaşlı adam! Adını bile bilmediği yaşlı adam. “Ne istiyorsun?” diyebildi. “Hemen buraya gel!” Yine aynı şey olmuştu, sesini duyar duymaz hipnotize olmuş gibi yerinden kalkmış, koşar adımlar ile arabasına binmiş, bir felaketten kaçar gibi son sürat köhne binanın yolunu tutmuştu.
Merdivenlerden çıktığında rutubet kokan odada yaşlı adamı gördü. Ayakta durmuş, yüzünü göremediği uzun saçlı bir kızla sohbet ediyordu. Ali’yi görünce hafifçe gülümsedi ve kızın omzuna “işte geldi” dercesine hafifçe dokundu.
Uzun saçlı kızın yavaşça arkasını dönmesi ile Ali’nin sızlayan kalbi sızlamayı bir kenara bıraktı, artık sızlamıyordu,çırpınıyordu. Birazdan kafesini terkedeceğini anlayan bir kuş misali kanatlarını tellere vura vura çırpınıyordu. Uzun saçlı kız “Buldum seni nihayet” diyerek Ali’ye koşmaya başladı ve boynuna atladı.
Ali’nin bir an başı dönüyor gibi oldu. Neler oluyor? Tam yere düşecekti ki, uzun saçlı kızın elinden tutması ile dengesini buldu.
“Çok aradım seni, hiç kimse söylemedi yerini bana. Sen gittiğinden beri geçmedi kalbimin sızısı. Seni çok ama çok özledim!”
“Konuşamayacak kadar şaşkınım” diyebildi Ali sadece.
Yaşlı adam zarif bir şekilde ikisini de ellerinden tuttu ve içerideki odaya götürdü. Beyaz mum bir kez daha güzel kokular salmak üzere yandı.
- Konuşacağınız çok şey olmalı, burada kimse sizi rahatsız etmez.
Ali, hayal dünyasında gibiydi, neyin gerçek neyin rüya olduğunun ayırdına varamıyordu. Bir an kalbini fark etti. Tüm sızısı dinmişti. Şefkatli, sevgi dolu kucağına kavuşmuş gibiydi. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Sadece şu kelimeleri söyleyebildi. “Sen kimsin?”
Uzun saçlı kız öyle tatlı bir gülümseme ile yanıt verdi ki. Sesi bir melodi gibiydi, sanki hep bildiği ve dinlediği.
- Sen benim sevdiğimsin, sevgilimsin, öyleydin, kalplerimiz birbiri için yaratılmış ve birbirini bulmuştu, tüm yaşamımızı birbirimizi aramakla geçirmiş ve en sonunda kavuşmuştuk. Biliyor musun kalplerimizin sızılarını takip edip bulmuştuk birbirimizi. Ve evlendik biliyor musun evlendik biz. Birbirimize evet dediğimiz gün tüm bülbüller bizim için şakıdı, güneş bizim için doğdu, dünya bizim için döndü, tüm çiçekler bizim için açtı. Rüya gibiydi, rüya gibi ama rüyamız en mutlu günümüzde arabamıza çarpan bir kamyonet ile son buldu, bana bir şey olmadı ama sen, sen…
Hıçkırarak ağlamaya başladı. “O an, o an…”
Devamını getiremedi.
“Öldüm mü?” diyebildi Ali.
Uzun saçlı kız konuşmaya devam etti “Bilmiyordum, bana hiç söylemedin, tüm organlarını bağışlamışsın ve biliyor musun, nakil edilebilecek bir tek kalbinmiş. Bizim kalbimiz. Söylemediler kime verildiğini, kim de yeniden atmaya başladığını. Sen gittiğinden beri hep rüyalarımda deniz kıyısı görmeye başladım. Kulağıma gelen denizin taşlara vuran şıkırtısını duymaya başladım. Ama neresiydi? Sonra kalbime ses verdim. Deniz olan her yere gittim. Tam umudumu kaybetmek üzereyken buraya geldim. Ayak basar basmaz kalbim çırpınmaya başladı ve burada olduğunu anladım. Ama nasıl bulabilirdim seni. Adım adım gezmeye razıydım ama nasıl bulacaktım? Birkaç hafta sokak sokak gezmeye başladım ama işe yaramıyordu. Kaldığım pansiyona bezmiş bir halde gidiyordum her akşam. Ama ne oldu biliyor musun, mucize gerçekleşti. Kaldığım pansiyonun sahibi yaşlı adamı tanıyordu ve bana ona gitmemi eğer birisini arıyorsam onun bulabileceğini söyledi. İnanabiliyor musun? Kim bu adam, tanıyor musun?”
Ali’nin sesi çıkmıyordu, şoktaydı,
- Kimim ben, kim?
- Korka korka yanına geldim yaşlı adamın, anlattıklarımdan sonra tek söylediği ‘Hayatı yeşerten mucizelerdir’ oldu. Sonrasını biliyorsun.
Elini Ali’nin kalbinin üzerine koydu.
- Seni çok özledim. Veda bile etmeden nerelere gittin?
Gülüyor muydu? Ağlıyor muydu? Her iki duygu birbirine kavuşup duvarlarda yankılanıyordu.
Ali’nin sesi çıkmıyordu, sanki konuşsa büyüyü bozacaktı. Elini uzun saçlı kızın kalbine koydu.
Evrenin sonsuzluğunda, kaderin ellerinde yalnızca iki kalp atmaya devam etti.
Gözler sessizce kapandı.
Ertesi sabah uyandığında istemsizce her zaman yaptığı gibi kalbinin sızısını dinledi, kalmamıştı. O büyülü eller, sevdiği kalp, tüm sızısını dindirmişti. Heyecanla odada uzun saçlı kızı aradı. Koridora çıktı, küf kokusundan başka hiçbir şey, kimse yoktu. Koşar adımlarla odaya geri döndü. Masanın üzerindeki nota ilişti gözü.
‘Bizimkisi eksik kalmış vedaydı. Her an varlığınla yokluğun arasında bir yerde asılı kalmıştım. Dün sana veda ettim ama bu veda, bir başlangıcı fısıldıyor. Yeni bedeninde huzuru bul, ve unutma sevgim zamansız bir ışık gibi hep seninle olacak.”
Gözünden süzülen bir damla yaşa tek bir kelime eşlik etti.
“Hoşça kal.”
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz