SEVGİLİYE SADIK KALMAK
Sinop’un o ıssız yolunda bir durak var. Orada mevsimler ötesi bir yemin, zamana meydan okuyan bir kalp atıyor: Âşık Ecevit. Onun hikâyesini duyduğumda içimde tarif edemediğim bir sızı hissettim; bu sızı, modern yaşamın bizden çaldığı en değerli duygunun, sadakatin yokluğuydu.
Yirmi beş yıl... Bir ömrün neredeyse yarısı. O durak, artık sadece bir yolcu bekleme yeri değil, Ecevit’in Ayşe’ye olan sarsılmaz sadakatinin somutlaşmış bir anıtı.
Düşünebiliyor musunuz? Ayşe gitmiş, belki yeni bir hayata başlamış ama Ecevit, o ilk vedanın yaşandığı yeri terk etmeyi, hislerine ihanet saymış. Bu akıl almaz bir fedakârlık ama bence aynı zamanda ilahi bir bağlılık dersi.
Benim için Ecevit’in bekleyişi günümüzde "kolay vazgeçiş" kültürüne atılmış en ağır tokattır. Bugün en ufak bir sorunda, en küçük bir anlaşmazlıkta ilişkileri anında sonlandırıyoruz. "Yenisi bulunur," rahatlığıyla bir kenara attığımız duygusal bağlar, aslında ruhumuzdaki sadakat kasını zayıflatıyor.
Oysa Ecevit, kavuşma ihtimalinin giderek azaldığı bir yolda, sadece bir anıya ve verdiği içten söze sadık kalıyor. Bu, onun karakterinin ve ruhunun ne kadar güçlü olduğunun kanıtı.
Onun gözlerinde belki dünya puslu, ama kalbi Ayşe'ye olan aşkla öylesine net ki hiçbir şey o rotayı değiştiremiyor. Fırtına da vursa yalnızlık da çökse o duraktan ayrılmamak; bu, sadece bir bekleyiş değil, aynı zamanda kendi duygusal sözleşmesine sonuna kadar sahip çıkmaktır.
Yeni nesil olarak bize düşen, Âşık Ecevit'in hikâyesini bir trajedi değil, bir bağlılık destanı olarak okumaktır. Sadakat, sadece sevgiliye değil, önce kendi duygularına, kendi sözüne ve bir zamanlar kurduğun o saf hayale duyulan saygıdır. Eğer birine söz verdiysek bir şeye inandıysak vazgeçmek bu kadar kolay olmamalı.
Ecevit’in o derme çatma konteyner kulübesi, lüks konutlardan daha değerli bir gerçeği barındırıyor: Gerçek aşk, konfora değil, kalpteki ebedi yeminlere dayanır. Onun bekleyişi, bize aşkın sadece kavuşmaktan ibaret olmadığını; asıl gücün, bir duyguya sarsılmadan, eğilip bükülmeden sadık kalabilmekte yattığını gösteriyor.
Âşık Ecevit'in durağından her geçtiğimizde, sadece yirmi beş yıllık bir bekleyişi değil, ruhumuzun o eski, temiz ve kayıp sözleşmesi olan sadakati de hatırlamalıyız. Belki de bu yüzden, bu hüzünlü adamın hikâyesi, benim için umutsuzluğa değil, insan ruhunun ne kadar büyük bir sevgi ve bağlılık kapasitesine sahip olduğuna dair güçlü bir inanca dönüşüyor.
ÂŞIK ECEVİT
Issız yolun sessiz bekçisi olmuş,
Sevdiği Ayşe'yi bekler durakta.
Gülü baharında açmadan solmuş,
Bir derdine bin dert ekler durakta.
Bu asrın insanı anlamaz onu,
Sadakat deyince değişir yönü.
Yazdığı mektuplar anlatır dünü,
Binlerce yemini saklar durakta.
Yıllar bir firkatle geçer derinden,
Ne bir nida gelir ne bir ses ondan.
Bu aşk-ı hicrandır, sökülmez tenden,
Ecel her gün gelip yoklar durakta.
Taşıyamaz yükü, omuzda yara,
Aldırmaz yağmura, ne yağan kara.
Ayşe diye inler, inler rüzgâra,
Sevdasını aklar aklar durakta.
***
Editör: Seher Uslu















































