GEZİ YAZISI
Giriş Tarihi : 19-09-2024 00:11   Güncelleme : 19-09-2024 01:26

Semadirek Gezisi / Hamdiye Okudan

Yazan: Hamdiye Okudan -SEMADİREK GEZİSİ

Semadirek Gezisi / Hamdiye Okudan

SEMADİREK GEZİSİ

Geziler güzel oluyor. İnsanın bilgisi, görgüsünün artmasının yanısıra ruhu tazeleniyor, ufku genişliyor. Herkesin dünyası okudukları, gördükleri kadardır. Gezdikçe bu dünya büyür, genişler. Bunun farkına varalı toplu veya ferdi gezileri kaçırmamaya çalışıyorum. Arkadaşlarımdan Semadirek’e gezi teklifi gelince hevesle kabul ettim. Uzun gezilerin arasına kısa geziler yerleştirmek akıllıca oluyor. Uzun geziler ne kadar zengin ve yararlı ise de biraz yorucu oluyor doğrusu. Ama kısa geziler, yorulmadan gezmek görmek eğlenmek mutlu olmak…

Semadirek gezisi de bunlardan biriydi. Gezi gününden önce Semadirek hakkında biraz bilgi edindim. Özetle paylaşmak istiyorum.

Semadirek ya da İslamterek, Yunanca Samotrake, Yunanistan’ın Meriç iline bağlı güneybatısındaki Gökçeada’dan 37km, Dedeağaç’tan 48km  uzaklıkta Türk-Yunan deniz sınırının sadece bir kaç mil batısında olan bir ada. Yunan adaları içinde en sakin, en özgünü. Dar sokakları ve tavernalarıyla tipik bir ada. Adanın merkezi Hora’nın tepesinde Ortaçağ’dan kalma bir kale var. Dağ köyü olan Chora’da iki katlı taş evler şirinliğiyle dikkati çekiyor. Fazla gelir kaynağı yok. Nüfusu gittikçe azalıyor. 2300.

En yüksek noktası, 1624m ile Oros Fengari (Ay Dağı. En büyük yerleşimi Kamariotissa. Semadirek Belediyesi Fengari Dağı) eteklerinde.

Adanın güneyinde hiç yerleşim yok. En küçük yerleşimi güneybatıda “Kitada” adında adında olup, 1 tarla ve üç haneden ibarettir. Adada şiddetli fırtınalar, yağmurlar eksik olmaz. Nitekim biz oradayken iki gece, üç günde, birkaç kez yağmur yağdı. Adanın fırtınalarda 200 kadar geminin korunabileceği Kameryonca Limanı, Limindi, Kaçaba, Yesuri ve Palapokidi İskeleleri var. Eni ve Ençe’de çeşme, Kalyonbel, Karyotis’te yemiş bahçeleri üzüm bağlarıyla dikkat çekiyor. Eski Yunan’dan kalma çömlek fabrikaları, bir sülüklü gölü bulunuyor. Yine adada, 504 aile, 2992 nüfus bulunur 3 aile Müslüman, kalanı Ortadoks Hristiyandır.

Bizim için yani “Nevin Ceylan ve ben” gezi, 10 Eylül 2024 Pazartesi günü saat 15.30 gibi Tekirdağ’dan benim güvercinle başladı. Saat 17’ye yakın Keşan’da Nevin Ceylan’ın yeğeninin evindeydik. Ev sahipleriyle hoşbeş, sohbet, yemek faslından sonra saat 02.00ye kadar uyur uyanık kestirdik. Sonra Keşan Otogarında bizi bekleyen gezi otobüsümüzdeki daha önceden gezi Yöneticimiz Şükran Balcı Şentürk tarafından düzenlenmiş 23, 24 numaralı koltuklarımıza yerleştik. Keşanlı gezi otobüsümüz Arıkan ve Ümit Kaptan gezi boyunca artık bizimle olacaktı. Yeni bir yer göreceğimiz için mutlu ve heyecanlıydık. Yolculuklarda sözünden, sohbetinden keyif aldığın az da olsa geçmişin, ortak anıların, yakın duyguların olan biriyle yan yana oturmak önemlidir, güzeldir. Çok konuşmasanız bile sessizliği, duruşu, huzur verir yanınızda oturanın. Biz de böyle güzel bir ikili olmuştuk yol arkadaşımla...

Otobüs gürültüsü içinde çok fazla konuşmak da keyif vermediği gibi yorucu oluyor. Şaşarım bazen, bu gürültüde nasıl konuşur bu insanlar diye. Konuşanlar birbirine sesini duyurmak için bir de seslerini yükseltmezler mi…

Halbuki çok konuşmak yerine hafiften kulağı okşayan kaliteli güzel bir müzik olsa ne güzel yakışır…!

02.30’da Keşan’dan kalkan otobüsümüz, 04.00 sularında Enez’e ulaştı. Gezi arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu gezi başkanımız Şükran Balcı Şentürk’ün evinde toplamışlardı. Bunlar birbirine yabancı değildi. Yıllar, yıllar önce küçücükken ortak bir kaderle Bolu Kız İlköğretmen Okulu’nda bir araya gelmiş aynı kaderi 6 yıl paylaşan, sonra da yürekleri bir daha hiç ayrılmayan öğretmen grubuydu. Okulu bitirip yurdun başka başka köşelerine dağılmışlar ama biraz farklılıklarla yine birbirine benzer kaderleri yaşamaya devam etmişlerdi. İşte yine bu geziyi fırsat bilip burada toplanmışlardı. Bizim gibi hiç uyumadıkları halde mutlu ve heyecanlıydılar arabaya bindiklerinde. Herkes sevgi ve heyecanla birbirini selamlayarak yerine yerleşti. Otobüsümüz 04.30’da hareket etti. İpsala Sınır Kapısı’ndan geçip Yunanistan’a girdik, Dedeaaç’tan feribotla Semadirek’e geldik.

Gezi boyunca programımız sırasıyla: şelaleler, Hora Kenti, Terme Bölgesi, Büyük Tanrılar Tapınağı, Müzesi idi.

Şelalelere tırmanmak bir hayli zor oldu. Kayalar, keçi patikalarının dik ve darlığı, her an ayakların kayma korkusu, dikenler, sivri taşlar… Heyecanlı bir serüvendi doğrusu. Bir o kadar da zevkli…

Bir süre önce Yalova’daki Çifte Şelaleleri görmüştük. Tabii ki onlar kadar büyük değil ama doğa olarak benzerliği vardı. Şelalenin  başına kadar ulaşmak herkese nasip olmadı. Ama dağa tırmanmanın zevkini herkes yaşadı.

Otelimiz Maliva Bungalov, dağın yamacında taraçalara sıralanmış daireler topluluğu…

En yüksek taraçada bizimki. Ben “dayan ha kalbim, Nevin dayan ha dizlerim, dayan!” diye diye çıktık bayırı. Onca merdiveni göze alamadık, yandaki merdivensiz yolu tercih ilk deneyimden sonra. Odamıza yerleştik. Otel ve odalar dağlara yakışır görünümdeydi. Malzeme  olarak duvarlara taş kullanılmıştı. Odalarda karyola yerine sabit taş setler (kapalı baza) gibi yapılmış, üstüne sünger yatak atılmıştı. Köy evlerinin dizaynına benziyordu. Kapıyı açar açmaz çıplak bir salyangozla karşılaştık. Uzanmış yatıyordu duvarın dibinde. Korkmazdım ama görünüşünden tarifi zor bir rahatsızlık duyardım. Allah’tan oda arkadaşım alıp attı dışarı. Doğaldı aslında ormanlık nemli dağ yamacı. Her türlü canlı olabilirdi. Başka odalarda başka canlılar da çıkmış. Biz şükrettik. Hava tertemiz ve sessiz, güzel uyumuştuk gece…

Program yüklüydü önümüzde ve biz buna hazırdık. Sabahın tazeliğinde hafif ve mutlu, uçar gibi aşağıya otelin kahvaltı salonuna indik.

En yüksek noktası 1624 m. Oros Fengari (Ay Dağı) Samothrace, Büyük Tanrılar Sığınağı buradaki heykellerden, kalıntılardan 1000 yıl öncesi Roma Yunan inanç ve tapınma olayları ve insanların yaşayışlarını yorumlamaya çalıştık. Daha sonra yine Ortaçağ Roma ve Yunan Uygarlığının izlerini bilgilerini gördük inceledik Arkeoloji Müzesi’nde.

Yemeklerimizi Samothrakis restoranlarında yedik. Adanın en ünlü yemekleri oğlak-keçi özellikle yaban keçisi etiyle hazırlanan geleneksel yemekler. Biz de keçi tandır, Katsiki denilen keçi eti yemeği yedik. Ben, “et yenecekse oğlak ve kuzu eti yemelidir” derim. Başka eti severek yemem. Çok lezzetli buldum ve zevkle yedim. Bol keçi peynirli çoban salatası da çok güzeldi. Oğlak eti, keçi peyniri işte benim her zaman sevip aradıklarım. Gökte ararken yerde bulmuş gibi oldum.

Çok hazırlıklı ve istekli olduğumuz halde fırtına ve yağmur ihtimali olduğundan motor gezisi yapamadık. Böylece koylarda denize girme hevesimiz kursağımızda kaldı. Bununla birlikte çok şikayetçi olmadık. Tehlike riskini göze alamazdık. Liman kafelerinde, deniz kıyısında kimi denize girerek kimi kıyılarda deniz havası alarak güzel vakit geçirdik. Ben denizini sevmedim. Kıyıda kum yok, kıyı ve deniz çok taşlıydı. Yosunlu taşlar üstünden denize girmek ürkütücü ve tehlikeliydi.

Sahilde deniz kenarında otururken alışık olmadığımız manzaralar da gördük. Bazı insanlar mayo giymeye zahmet etmemişler. Denizle birebir araya hiçbir şey almadan kucaklaşıyorlardı. Ama biz öyle şaşkın bakıyorduk ki dayanamadılar yakınlarımızdan uzaklaştılar. Sahilin keyfini çıkarırken sağanak yağmur geldi. Kafelere sığındık. Herkes sevdiği bir içecek istedi. Benim içeceğim her yerde aynı: su ve Türk Kahvesi.

Derken Nevin’in:
— Abla… Birlikte içtiğimiz biraları unuttun galiba dediğini duyar gibi oluyorum.

Ah Nevin! Sen yok musun, bana tövbemi bile bozdurdun…

Benim çat pat İngilizce’min işe yaradığı yerler oldu. Türk Kahvesi istediğimde gördüm ki anlamazlıktan geliyorlar. Çünkü kahvemize el koymuşlar. Türk Kahvesi deyince, başka isim altında getiriyorlar.

Restoranlarda çalışanlarda alıştığımız incelik, görgü, saygı ifadesi gördüğümüz gibi değil; biraz katı, biraz soğuk gibi. Yemekler güzel. Her şeyde bir doğallık, sadelik var.

Ve nihayet gezinin sonu gelmiş, Dönüş yolu başlamıştı… 

Dönüş için otobüste yerlerimizi aldığımızda herkeste  tatlı bir yorgunluk vardı. Ama gözler mutlu bakıyordu. Feribot, gümrük, Enez, Keşan.

Saat 02.30 Selin’lerin evindeydik yine Nevin’le.1-2 saatlik uyku uyuyalım derken evin kedisi Paris, sevdiğinden mi yoksa varlığımdan rahatsız mı olduğundan mı başımdan hiç ayrılmak istemedi. Bir üstüme çıktı patisiyle yüzüme dokundu, bir başımın ucundan saçıma uzandı, bir sağdan, bir soldan patisiyle  bana dokundu, kokladı durdu. Yanımdan almasalardı beni hiç uyutmaya niyeti yoktu. Kalk oynayalım ısrarındaydı. Sabah, tatlı sohbetli kahvaltıdan sonra Beyaz Güvercin’imin kanadına atlayıp evin yolunu tuttum. Böyle güzel bir yolda araba sürmenin de tadına doyulmuyor. Keyfi bambaşka…

Esenlikler diliyorum değerli dostlar…

Editör: Gülbahar Üçkardeş 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi