DENEME
Giriş Tarihi : 19-03-2023 18:16

Rüzgârın Fısıltıları

Yazan: Sedat İlhan -RÜZGÂRIN FISILTILARI

Rüzgârın Fısıltıları

RÜZGÂRIN FISILTILARI

Ne kadar doğallık terennümleri dilimizden düşmese de doğadan uzak yaşıyoruz. Bence böyle veya daha doğrusu, benim için böyle.

Biraz önce dolumsu kar yağışı başladı. Kışın son günlerinde güneş açayım mı diye düşünür ya bir açar, bir kapanır. Arada bulutlar selam çakar, kendilerini gözleyenlere. Öyle bir günde doluya benzeyen, nazikçe atıştıran, küçük kar tanecikleri… İçimde garip bir duygu, beni dışarıya davet eder. Yaşamak gerekir, der pencere arkasından seyrederek anlaşılamaz...

Bir an tereddüt, karar ile kararsızlık, geldi gitti. Ve çıktım dışarıya, Hem de ev kıyafetlerimle, ceketsiz, şapkasız, atkısız, eldivensiz..

Biraz aşağıya doğru yürüdüm. Bir şeyi yaşamanın ne demek olduğunu keşfetmek istercesine. Kar yağışı ile ritim tutturma gayretiyle. Öylesine işte. Farklı bir şey bu. Belki bir isyan, herkese, her şeye, herkesi, her şeyi anlamak üzere… On metre kadar indim aşağıya. Sonra geri döndüm.

Bir ses duydum arkamdan. Uzaktan gelen arabanın sesi mi yoksa diye yavaştan alarak anlamaya çalıştım. Sonra caddeyi geçmek üzere arkamı kolladım. Gelen giden yoktu. Rüzgâr bana sesleniyormuş...

Anlamadım, anlamak üzere odaklanamadım. Eve girdim. Şimdi yine penceremden seyrediyorum bu yazıyı yazarken. Yapmacık, gerçeklerden, soğuktan, sıcaktan, rüzgardan, yağmurdan uzak, öylesine bir hayat...

Doğa hakkında pek çok şey biliriz, söyleyebiliriz. Hoşumuza giden gitmeyen her şeyin hayatımızın, dünyamızda var olan canlılığın devamı adına vazgeçilmez bir önemi var. Yağmursuzluğu, rüzgarsızlığı, soğuksuzluğu, sıcaksızlığı düşünemeyiz. Böyle bir dünya olur mu bilmem ama dünyamız böyle değil…

Her ne yapıyorsak sonucunu yaşamaktayız. Tabii ki, yapmıyorsak da. Aradığımız o eski günleri, mutlu mesut, şen şakrak oynadığımız, neyimiz var ise dostlarla paylaştığımız… Eğer gerçekten bulmak istiyorsak terk ettiklerimiz arasında aramalı, çöplerimizde, işe yaramaz diyerek savurup attığımız.

Yıllar önce kanım deli akarken, bu köylüler nasıl yaşıyorlar, demiştim. Küçümseme değildi tabii ki sadece sadeliği bilememe, sakinliğin çıldırtıcı huzurundan habersiz…

Bir okul müdürü dostum, uğraşmış, didinmiş, bahçede bulduğu bir boşluğa üç-beş sebze fidesi dikmiş. Ziyaretimde dalından koparmanın zevkini yaşattı bana. Ancak yetiştirmenin verdiği duygu bir başka olmalı.

Bir festivale gitmiştim. Saksıda çiçekler vardı, hediyelik. Bir tanesi dikkatimi çekmişti. Toprağını tamamen örtmüştü yaprakları ile. Üzerindeki çiğ tabakasının da etkisi ile oluşan renk çümbüşü görmeye değerdi. Sahiplendim, pencereme koydum ama dilinden anlayamadım. Herşeye rağmen inatla hayata tutunmaya çalıştığını ibretle izliyorum.

Bir kedim olsun istiyorum. Mazeretlerim bitmiyor bir türlü. Videolar seyrediyorum hayranlıkla. Evlerini onların ihtiyaçlarına göre düzenleyenler… Onlarla tanışmak isterdim. Doyasıya, derinlemesine sohbet etmek, anlamak… Hayvanları, bitkileri sevdiği halde insanları sevmeyenler de var gerçi.

Hayvanların akılları yok diye öğrettiler okullarımızda, bana, bize. Belki hala ders kitaplarımızda yazar. Nereye dayandırırlar, bilmiyorum. İnanmıyorum buna. Seviyesini tartışmıyorum. Ama hayvanların da akılları, farklı duyguları var. Hatta belki bitkilerin de, taşların, bulutların, rüzgârın…

Belki rüzgâr da bunlar fısıldamıştı bana. Uzun süredir göremediğim dostlarımdan haberler vardı çantasında. Veya dostça kucaklamak istedi beni. Gördüğünden duyduğu sevinçti nağmeleri…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi