DENEME
Giriş Tarihi : 12-11-2024 18:04   Güncelleme : 12-11-2024 19:07

Mısra ve Cümle / İlhami Bulut

İlhami Bulut - MISRA VE CÜMLE

Mısra ve Cümle / İlhami Bulut

MISRA VE CÜMLE

Şiirin her satırına mısra diyoruz. 
Demek ki mısra olması için şiir, şiir olması için de mısra gerekmektedir.

Mısra, kelime anlamı olarak çift kanatlı kapının tek kanadı anlamına gelir ki beyit biriminde çift kanatlı kapıya dönüşür. 

Mısra aynı zamanda dize olarak da ifade edilir.

Cümle ise bir ifade, soru, ünlem veya emiri dile getiren sözcükler dizisidir. 

Cümleyi aynı zamanda tümce olarak da ifade edebiliriz. Çocuklar da dahil hepimizin her gün yararlandığı bir dil ürünüdür bu. 

Şiir sadece mısra ile yazılır. Cümle ile değil.
Şiir sanatı dışındaki yazılı tüm edebi eserler cümle ile yazılır. Romandan tutun, anıya kadar, tiyatro ve sinema da dahil olmak üzere Allah kelamı ve hadisten sonra, mısra (şiir) gelir. Mısra sözün üstünde bir değer taşır ve sadece şiir için geçerlidir bu. 

Edebi lordlar tarafından şiir sanatların sanatı, şair de sanatçıların sanatı olarak değerlendirilir.

Ayet ve hadisten sonra en değerli söz, şiir unsuru olan mısra olduğuna göre mısra nedir, işte konu burada başlıyor.

Mısra, şiirin her satırına verilen isim, oluşturduğu sanat dalına da şiir diyoruz. Mısra şair sözüdür.

İşte mısra nasıl bir söz olmalıdır veya şiir satırı nasıl olmalı ki mısra olsun, işte püf noktası burası. 

Mısrayı şair oluşturur; hiçbir kaydı şarta bağlı değildir, özgün bir söz olacak; nakkaş gibi, aşçı gibi, arkeolog gibi, bir mühendis gibi yaratıcı olacak.

Demir, toprakta kütle olarak duruyor; demir, tren olarak karada; gemi olarak denizde; uçak olarak havada bizi yürütüyor, yüzdürüyor, uçuruyor. Kim o demiri o özellikle buluşturuyor? Mühendis.

Mısra da buna benzer, sadece bununla kalmaz, bu mühendislik yetmez; mısrayı yazan da ayrıca özel duygu reyonu da olacak, orada oluşturacak, işte ona da şairlik diyoruz.

Büyük şairlerimizde çok görürüz; pistte giden uçak gibi, birkaç cümle tekeri üstünde giderken bir mısra ile öyle bir irtifa alır ki artık onu gönül gözüyle görebilirsin; ancak mısra için hiçbir argüman elzem değildir; vezin, kafiye ve redif de dahil.

Mısranın şartı, şiir satırı olmak. 

Vezin; vezin şiirin kabı gibidir, su kabı gibi düşünün; toprak kapla da cam bardakla da avuç avuç da içilir su. Önemsiz değil; ama önemli olan içindeki içecek, bilmem anlatabiliyor muyum! 

Çamaşır suyunu altın kasede ikram etsen ne olur ki şu kadar ki hem içindeki içecek leziz hem de kabı kaliteli olursa daha güzel olur elbet, Yahya Kemal’in şiirleri harika bir örnektir.

Redif, kafiye ise şiiri, yiyecek olarak düşünelim: onun dozu, tadı tuzu; baklavaya tuz ekersen istediğin kadar yufkası ince olsun, ne anlamı var?

Örnekleyelim:
Şair, şiirinin ilk satırını şöyle kursun:
Pencereden bir kuş uçtu.

Bu mısra mı hayır. Cümle; bir haber, durum bildiriyor.

İkinci satırı şöyle sürdürsün:
Kanadı kırıldı yere düştü.

Bu da cümle; niye cümle, iki komşu sohbet ederken de "kız Ayşe hanım, bugün bizim pencereden bir kuş uçtu, kanadı kırıldı, yere düştü" diye sohbet etmez mi, eder.  

Peki, şair ikinci satırı şöyle düzenlese:
Uçtu; kanatları güneşle buluştu.

İşte bu mısra oldu; çünkü maddi söylemin dışına bir kulaç atıldı, duyguya bandı. Ne oldu o zaman, birinci cümle de mısraya dönüştü. 

Şimdi burada veznin ne önemi var.
"Minareden at beni
İn aşağı tut beni…"

Burada hem 7’li hece hem redif hem de kafiye var; ama ne anlamı var?

Dedik ki mısra örgüsü için şairin özgün emeğinden başka bir şey gerekmez; şair vezinli de yapar, vezinsiz de kafiyesiz de... Sırf bu ögelerle cümle mısra olmaz ki...

Örnekleyelim:
"Bahçeyi boydan boya sardı pırasalar
Nedense bu sene gecikti yarasalar."

Yarasalar, pırasalar; zengin kafiye, neyin zenginliği bu, takdir sizin.

Örneğe devam edelim.
"Akıyordu su 
Gösterip aynasında söğüt ağaçlarını." N.H.

Burada zayıf kafiye var, o zenginden daha varlıklı değil mi!

Bir örnek daha:
"Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin." Y.K.B.

Bunu cümle olarak okursak körfezdeki suya bak, emir kipi; ‘dalgın su’ bakın; şair, şiir reyonunda duyguya banıyor işte, mısra bu!

Bir örnekleme daha yapalım:
"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak." M.A.E.

Bakın; annesinin ruj takımını araklayan bir çocuk gibi bunu nasıl hemen cümleye dönüştüreceğim:
Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; korkma. 

Bir kelimenin yer değişimi ile kavram kaymasını gördük işte, şairlik bu olsa gerek. 

Son örnekle toparlayacak olursak;
"Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülkte yalan
Var biraz da sen oyalan…"

Yedi yüzyıllık bu mesaj eskir mi! Asla. Kimin sözü bu? Yunus Emre’nin, bitti. Şair sözü dediğimiz bu işte.

Redif, kafiye, vezin, aliterasyon, asonans, akrostiş aklına gelen tüm şiir ayrıntılarının Prof. da olsan şiir yazmaya yeterli olmaz, öyle olsa konunun uzmanı Prof.Mehmet Kaplan’ın hiç değilse bir şiiri olurdu.

Şair olsan da yetmez bazen ilham gelmeden yazarsan Şair B.Karakoç diyor ya "olta tık tık vurmadan çekme."

Ya sen mi biliyorsun bunları sadece; haşa, sadece elli yıldır şiirin içinde olan bir fakir olarak kendimce bildiklerimi gelecek kuşaklara aktarmak için basit mülahazalardır bunlar.

Rabb'im şahit, bu mülahazalar asla kimseye rağmen değildir; benim şiarım şiir. Yeni nesli şiire bulaştırmak. 

Dedik ya bugün bebek katili İsrail’in bile tümünün şair olmasını isteriz. 

Şiir ve şairden kime zarar gelir ki karıncalar da dahil. 

Yeri mi bilmiyorum; ama şiir okuma tarzımı kısaca arz etmek isterim.

Şiir diye önüme gelen metnin ilk iki satırını okurum; eğer mısra ise heyecandan uzunluğuna bakmam, bitmesini de istemem; ama ilk iki satırı cümle ise benim okuma eylemi buruk bir şekilde biter. 

Bu bağlamın son sözü olarak yemek tarifi de olsa yazmak ve okumak güzeldir demek isterim, lütfen şevkle devam... 

Editör: Hamiyet Su Kopartan

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi