ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 26-04-2023 10:35   Güncelleme : 26-04-2023 10:48

Laki'nin Maceraları

Yazan: Gülçin Granit -LAKİ’NİN MACERALARI

Laki'nin Maceraları

LAKİ’NİN MACERALARI

“Bana rahmet yerden yağar.”

Denize hasret ruhumu alıp kumsala indim. Gözlerim denize, bacaklarım güneşe hasret… Sahil ise insanlardan arka kalan çöplerle uçuşup duruyor. Doğa deniz ve martılar derken çığırtkan martıları seyre daldım, onlara simit atanları seyrederken ben de doydum. Bir karabatak suyun üstünde baş verdi. Silkelenip yeniden gözden kayboldu. Deniz feneri üstünde çığırtkan bir martı avını gözlüyordu. Bir martı daha denize inmek ve inmemek arasında yakın uçuş yapıyordu. Martı ayak uçlarıyla denizin yüzeyinde inceden izler bırakarak uçuş denemeleri yapıyor, kanatlarını bir duvak gibi derin mavi suların üstünde sürüklüyordu.

Doğanın görsel şovu, iyodun kokusu, mavinin durusu ne varsa tüm minnet duygularımı toplayıp gönderiyorum şimdi Tanrı’ya. Varlığıma ve yaşamıma şükrediyorum. Hayatın olumsuzluklarını kötü anılarımı ne varsa toplayıp fırlatıyorum mavinin derin sularına. Dalgakıranı yakından görmek için büyükçe bir kayaya oturuyorum. Hava soğuk. Kayanın üstünde oturmaktan içim üşüdü. Şöyle bir ayaklansam da vücudumu ısıtsam diyorum.  Önce popomu havaya dikip sonra ön patilerimi ileriye doğru gerip   uzunca esniyorum. Anlayacağınız vücudumu sakız gibi uzatıyorum. Of! Of! Bu hareketle yeniden doğuyorum. Yat yat nereye kadar işte böyle kalkayım da Müge’yi yakalayıp onu firar ettiği yere geri getireyim diyorum.   

Yaşım da epey ilerledi, gözlerim artık insanları eskisi gibi seçmiyor, karıştırıp duruyorum… Allah’tan koku yetilerim tam. Geri kalan yeteneklerim yerinde. Şimdi sıra Müge’yi bulmaya geldi. Onun kokusu on altı yıldır içimde. Küçücük adada benden kaçması imkânsız.  Hırr! Birazdan ensesindeyim. Önümden yine birileri geçiyor. Kim olduklarını çıkartamıyorum. Başlıyorum yine hırlamaya. Yoldan geçen biri bana taş atıyor acımasızca bir, iki… Allah’tan taşı atan yaşlı da isabet ettiremiyor, ardındaki bir çocuk ihtiyarın hedefsiz atışına gülüyor. “Sert kayaya çattın oğlum bas git! Ben senin kapına da işemeyi bilirim,” diyorum.

Uğultular içinde sesler işitiyorum. “Bu hırıltılar içinde sahilden geçmek için vize almak gerekiyormuş.” O da ne demekse?  İşte! Ben bu merhametsiz insanları biraz önce affetmiştim. Önüme bakıyorum. Hedefim Müge’yi bulmak. Yine de intikam duyguma mani olamıyorum. İnsanları göremesem de kokularından tanıyorum.

İşte şimdi aldım başımı gidiyorum. Bir çocuk bağırıyor arkamdan. “Kurban Bayramı geliyor bu Laki’yi salmayın, koyun diye karıştırıp kesmesinler,” diyor. Ne demek istediğini anlayamıyorum. Kurban Bayramı da nedir ki? Müge’nin buram buran tüten kokusunu takip ediyorum. Tam şimdi Avni Beylerin evinin önüne geldim. Arka bacağımı kaldırıp duvarına işiyorum. Bu yüzden hep bu duvara çiş yapıyor sonra da Avni Beyi yine affediyorum. Evet, Müge’nin kokusunu siyah burnumu titrete titrete buluyorum, şimdi kokusunu yakınlardan alıyorum. İyice yaklaşmış olmalıyım. Hava karanlığa sarılıyor. Ben de Müge’ye sarılmak istiyorum. 

Evet! Geldim sanırım. Bu iki gözlü ev olmalı. Bak bak! Nasıl da tülü çekip pencerenin önüne oturmuşlar. Kendimi göstermeliyim onlara. Pencerenin demir parmaklıklarına patilerimle tutunarak dikiliyorum. Hav hav dilini bırakıp insanca, “Aç aç!” diyorum. Dilim dışarıda, hızlı hızlı nefes alıp sırıtıyorum.  Müge “Ah, canım!” diyor. Çamurlu patilerimle başkasının evine beni alamıyor. Kulaklarımı düşürüp kıskandığımı belli ediyorum. İçinin acıdığını yüreğimde hissediyorum. Bana acır, benimle eve gelir diye bekliyorum. Oturmuş kahve içiyor. Bana bakıp bakıp gülüyor. Bana da kuyruğumu kıstırıp eve dönmek kalıyor. Arkamı dönüyor ona bakıyorum. Darıldığımı anlasın istiyorum. Anladı mı bilmiyorum.

Müge’yi sokağın başında bekle bekle… Ne kadar beklesem de geleceği yok. Saat gecenin yarısı oldu. Daha fazla beklemek istemiyorum. Geldiğim gibi geri dönüyorum.  Bu sefer patilerimle kapıyı vuruyorum. İçerden ev sahibimin sesini duyuyorum. “Öf! Bu saatte de kim geldi yine?” diyor. Gecenin zifiri karanlığında isteksizce kapıyı açıyor. Bir sağa bir sola bakıyor. Kapıda kimseyi göremeyince şaşırıyor. Ben de alttan alttan bu durumu fırsat bilip kadının bacaklarına sürünerek içeri giriyorum. Yani emrivaki yapıyorum. Ev sahibim ağzını açıp bir şey söyleyemiyor. Evdekiler bu komik duruma kahkahayı basıyor.

Gecenin gündemi oluyorum. Müge başlıyor geçmişimi anlatmaya. “Geçen sene denizde yüzüyormuş da ben onu boğulmaktan kurtarmışım. Denizin üstünde hiç kıpırdamadan yatarken yüzerek gelip saçlarını ağzıma dolamış kıyıya çıkarmışım. Bunu ne zaman olsa yaparım.

Kendimle bir kere daha gurur duyuyorum. Beni aldatmışlar mı ne, orasını da pek anlamadım. O yetmiyormuş gibi sarışın uzun boylu sevgilimden bahsettiler. Anlatırken Laki’nin iki katıydı, diye güldüler. Buna biraz alınıyorum. Onu ne kadar çok sevdiğimden bahsetsinler istiyorum. Şimdi nerede kim bilir? O sene beni buradan ayırıp İstanbul’a götürdüler. Gitmemek için arabanın içine dışkımı bile yaptım. Ne yaptıysam beni bırakmadılar. Bir daha ondan haber alamadım. Ah! Nereden hatırlattılar sevgilimi. Müge kendi sevgilisini neden anlatmaz ki bizlere?

 

Editör: Nezihat Keret 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi