KERAMET
İnzivaya çekilmişti, seyyah olup gezdiği şu alemde. Nereye çevirdiyse başını gözünün alabildiğince bir mavilik sarmıştı sanki dört bir yanını.
Yürüdüğü yollara iz bırakmıştı ayakları; altın varaklarla işlenmiş bir kemer misali.
Bastığı yerlere bıraktığı izler gecenin karanlığında kaybolsada; gökyüzü izin vermemişti yolunu kaybetmesine.
Yürüdükçe bir kandil yanıyormuşcasına yolunu aydınlatıyordu tüm yıldızlar. Keramet seyyah olup, âlemi gezmesi miydi yoksa lâl olan dilinin kalbe inmesi miydi?